Demokrasi pek çok ayrıma tabi tutulmakla birlikte, genel olarak iki
ayrı anlamda kullanılmaktadır. Bu ayrım, iki demokrasi teorisinden söz
etmektedir. Normatif demokrasi teorisi, sözlük anlamından çıkılarak,
ideali yani olması gereken durumu karşılar. Bu teori bakımından
demokratik bir rejimden söz edebilmek için, halkın isteklerinin
karşılanması gereğinden söz edilebilir. Teorinin temel amacı, iktidar
biçimi olarak demokrasinin ikna ediciliğini incelemektedir2
. Bu idealin
varlığı reddedilmemekle birlikte, demokrasiler bakımından bu idealle
tanım yapılması doğru görülmemektedir. Diğer demokrasi teorisi ise
ampirik demokrasi teorisidir. Ampirik demokrasi teorisi, normatif
demokrasi teorisinin aksine ideali değil, bu ideale yaklaşan gerçek
demokrasileri temel almaktadır. Olması gereken değil, somut durumda var
olan demokrasilere bakmaktadır. Teori, demokratik olarak ifade edilen
rejimlerin ortak özelliklerini tespit ederek, bunları ortaya koymaktadır3
.
Demokrasi kişisel ve müşterek hürriyetlerin kamusal kurumlarca
tanınmasına dayanır. Kişisel ve müşterek hürriyetlerin, yönetenlerin
yönetilenlerce serbest seçimler aracılığıyla belirlenmemesi ve kamusal
kurumların oluşumuna, değişimine katılımın sağlanmaması durumunda
var olamayacağı düşünülmektedir4
.
Demokrasi üzerine çalışmalarda demokrasinin başkaca birçok
ayrıma tabi tutulduğu da görülmektedir. Egemenliğin kullanılması
bakımından demokrasinin, doğrudan demokrasi, temsili demokrasi ve yarı
doğrudan demokrasi olarak farklı ifadelerinin olduğu söylenebilir.
Temelindeki amaca göre ise demokrasinin, klasik (çoğulcu) demokrasi,
çoğunlukçu (mutlak) demokrasi, marksist demokrasi, liberal demokrasi,

2 GÖZTEPE, Ece; “Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışına Karşı Çoğulcu Demokrasi
Modelleri: Normatif Düzenleme Olanakları ve Bunun Sınırlılığı Üzerine Bazı
Düşünceler”, Kamu Hukukçuları Platformu Çoğulcu Demokrasi Çoğunlukçu Demokrasi
İkilemi ve İnsan Hakları Toplantısı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 5-6 Haziran 2010, s.
143, Normatif demokrasi teorisinde halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi
şeklinde ifade edilmektedir.
3 Ampirik demokrasi teorisinin minimum şartları olarak 1. Etkin siyasal makamların
seçimle belirlenmesi 2- Seçimlerin düzenli aralıklarla tekrarlanması 3- Seçimlerin
serbest olması 4- Birden çok siyasal partinin bulunması 5- Muhalefetin iktidar olma
şansının olması 6- Temel kamu haklarının tanınmış ve güvence altına alınmış olması
ileri sürülmektedir. GÖZLER, Kemal; Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Basım
Yayın Dağıtım, 17. Baskı, Bursa 2014, s. 60-61.
4 TOURAINE, Alain; Demokrasi Nedir? (Çev: Olcay Kunal), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2004, s. 54.
Demokrasilerde Sivil Toplumun Rolü
İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt:7 Sayı:2 Yıl 2016 203
sosyal demokrasi, plebisitçi demokrasi, radikal demokrasi, siber
demokrasi, düşük yoğunluklu demokrasi, militan demokrasi, uzlaşmacı
demokrasi, delegasyoncu demokrasi, Westminster modeli demokrasi5
,
oydaşmacı demokrasi, koruyucu demokrasi, kalkınmacı demokrasi,
plüralist demokrasi, kompleks demokrasi, eleştirel demokrasi, seçkinci
demokrasi, endüstriyel demokrasi ve son dönemde üzerinde fazlaca
durulan müzakereci demokrasi sayılabilmektedir6
.
Demokrasi, seçmenlerin oyları neticesinde çoğunluğu sağlayanların
yönetimi olarak görülmektedir7
. Söz konusu çoğunluğun yönetme
hakkının mutlak veya sınırlı olup olmaması bakımından iki demokrasi
anlayışı mevcuttur.
Çoğunlukçu demokrasi anlayışına göre, devlet yönetimi, halkın
çoğunluğunun iradesine göre gerçekleştirilmelidir. Toplumu yönetme
hakkı, çoğunluğa aittir. Bu anlayışa göre, çoğunluğun yönetme hakkı
mutlak olup, sınırlandırılmamalıdır. Bu nedenle, çoğunluğu kararlarını
sınırlandıran çift meclis, azınlık hakları, kuvvetler ayrılığı, kanunların
anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi gibi araçlar da bu anlayışta
uygun görülmemektedir8
. Çoğunlukçu demokraside, alınan kararların
muhatapları bakımından, onlar için önemli olan hususların dikkate
alınmadan gerçekleştirilmesi ve hatta istekleri ile ters düşen kararların
alınması sonucunu doğurabilmektedir9
.
Çoğulcu demokrasi anlayışına göre de, toplumu çoğunluğun
yönetme hakkı vardır. Ancak bu hak mutlak olmayıp, azınlık hak ve
hürriyetleri ile sınırlıdır. Azınlığın hakları, çoğunluğun iktidarına karşı
korunmalıdır. Bu anlayışta toplum için ortak iyiye, yine toplum içinde
gerçekleştirilen özgür münazara ve müzakereler ile ulaşılabilir. B

sebeple, demokraside bu ortamı yaratacak, çoğunluğun iradesini
sınırlandıran kurumların varlığı gereklidir10
. Bu demokrasi anlayışının,
uzlaşma kültürüne sahip bir ortama, uzlaşıya açık bir siyasal iklime
ihtiyaç duyduğu belirtilmektedir11
. Dolayısıyla çoğunluk yönetimini
sınırlandıran hukuki araçlar çoğulcu demokrasi anlayışı ile uyum
göstermektedir.
Demokrasi kavramı türlere ayrılmakla ve bahsedilen teorilerle
açıklanmaya çalışılmakla birlikte, sürekli daha iyi bir tanım yapmak adına
bir uğraş gösterilmiştir. Madison, “Bir demokraside halk bir araya toplanır
ve şahsen icraya hükümet eder, bir cumhuriyette ise halk, devlet idaresini
kendi temsilcileri ve vekilleri vasıtasıyla sağlar. Bundan dolayı bir
demokrasi küçük bir saha ile mahdut kalır, bir cumhuriyet ise daha geniş
bir sahaya yayılabilir”12 demekle temsili demokrasi tanımını cumhuriyet
ile karşılaştırarak ifade etmeye çalışmıştır.
Cooper, “Halk için halk hükümeti” deyimini kullanmıştır. Webster
ise 1830 yılında senatodaki bir konuşmasında demokrasiyi tarif ederken,
“Halk için kurulmuş, halk tarafından kurulmuş ve halka karşı mesul halk
hükümeti” ifadelerini dile getirmiştir. Bu tariften daha önceki bir tarihte
yine Amerika’da Yüksek Mahkemede, 1819 yılında, mahkeme başkanı
John Marshall, ABD Hükümeti için “sureti-katiyede ve hakiki bir halk
hükümeti olduğunu, iktidarın halktan geldiğini ve doğrudan halk
tarafından ve halk menfaatine olarak istimal edildiğini” söylemiştir13
.
Protestan vaizi olan Teodor Parker, 1850 yılında “bütün halkın,
bütün halk tarafından, bütün halk lehine idaresi” şeklinde bir demokrasi
tanımı yapmıştır14. Bu tanıma benzer olarak 1863 yılında Gettysburg
Söylevi’nde Abraham Lincoln, demokrasiyi “halkın, halk tarafından, halk
için yönetimi” şeklindeki klasik tanımlamasını yapmıştır15

Mustafa Kemal Atatürk ise, demokrasiyi tarif ederken “Demokrasi
esasına müstenit hükümetlerde, hâkimiyet, halka, halkın ekseriyetine
aittir. Demokrasi prensibi, hâkimiyetin millete ait olduğunu, başka yerde
olmayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin,
hâkimiyetin menşeine ve meşruiyetine temas etmektedir”, “Yöneticiler,
iktidara saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir.
Ulusa karşı olan görevlerini kötüye kullandıkları takdirde, şu ya da bu
biçimde ulusal iradenin kendi haklarında vereceği kararla karşılaşırlar.
Ulus tarafından, ulus adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar,
gerektiğinde ulusa hesap vermek zorunda olduklarını bilmelidirler.”
demektedir16
.
B. Sivil Toplum Kavramı
Sivil toplum, sözlük anlamıyla, devletin denetimi altında olmayan,
kararlarını bağımsız olarak vererek toplumsal etkinliklerde bulunan kişiler
topluluğu olarak tanımlanmaktadır17
.
Sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkiye ilişkin tartışmalar Eski
Yunan’a kadar geriye götürülebilmektedir. Aristo, ‘societas civilis’
terimini kullanmış olmakla birlikte, bu kavramı hem toplum hem de
devlet karşılığı olarak, örgütlenmiş güç anlamında kullanmıştır18
.
Sivil toplum kavramının günümüzdeki anlamı ile kullanılmaya
başlanması, on yedinci yüzyılın sonları ile on sekizinci yüzyılın başlarına
rastlamaktadır. Kavram, bu dönemin geleneği, siyasal yapısı ve düzeninde
meydana gelen gelişmelerin etkisiyle ortaya çıkmıştır19
.
Siyasal işleve sahip bir kamunun varlığı ilk olarak, on sekizinci
yüzyılda, İngiltere’de görülmüştür. Devlet iktidarının kararlarını
etkileyerek, taleplerinin karşılık bulmasını isteyen güçler, akıl yürüten
kamusal topluluğu araç olarak görmüşlerdir. Bu uygulama ile ilişkili
olarak, zümre meclisi modern bir parlamentoya dönüşerek varlığını
devam ettirmiştir20

Modern egemenlik kuramının kurucusu olarak bilinen Bodin,
egemenliğin bölünmezliği ilkesi ile devletin bütünlüğünün sağlanacağını
düşünmüştür. Bu bakımdan Bodin’in sivil toplum anlayışının da, sivil
toplum devletin bir parçası olarak görülmektedir. Bodin sivil toplumu
devletten bağımsız ve özerk bir alan olarak değil, fakat devletin bir
parçası, bir öğesi olarak nitelendirilmiştir21
.
Hegel ilk kez devlet ve toplum ayrımını yapmış olup, bir yanda
sivil toplumun diğer yanda ise siyasal toplumun var olduğundan, siyasal
toplumun ötesinde bir sivil toplum alanının varlığından bahsetmektedir22
.
Ancak Hegel, sivil toplumu modern dünyanın bir getirisi, tarihsel bir
dönüşüm sürecinin bir ürünü olarak görmektedir. Sivil toplumda kişiler
ihtiyaçlarını karşılamayı hedefler ve birbirlerine ihtiyaç duyarlar23
.
Marks ise Hegel’in aksine siyasal toplum ile sivil toplumun ayrı
olmadığını düşünmektedir. Marks’a göre sivil toplum, tüm tarihi
dönemlerde var olup, üretici güçler tarafından yönlendirilen sınıf ilişkileri
türüdür. Devlet topluma bağımlı olduğundan, devletin sivil toplumca
gerçekleştiği düşünülmektedir24
.
Sivil toplum, sözlük anlamıyla devletin denetimi altında olmayan,
kararlarını bağımsız vererek toplumsal etkinliklerde bulunan kişiler
topluluğudur25
. Björn Beckman, sivil toplumu “gönüllü, kendi kendini
yaratan, büyük ölçüde kendi ayakları üzerinde duran, devletten özerk
örgütlü toplumsal yaşam alanı” şeklinde tanımlamaktadır26
.
Gramsci, sivil toplumu, sosyal bir gurubun toplumun tümü üzerinde
yürüttüğü kültürel bir hegemonya olarak nitelendirmektedir. Devleti ise
siyasal bir hegemonya olarak tanımlamaktadır27
. Ona göre, sivil toplum
ikna, diyalog ve uzlaşıya dayanmaktadır. Oysa Devlet ve siyasi otoriteler,
denetim gücü, yaptırım ve baskı araçları ile kendini topluma

düşüncesine dayanmaktadır28
. Gramsci’nin tespitine göre, doğu
dünyasında devlet o derece önemlidir ki, bir yandan devletin izin
vermemesi diğer yandan sosyal ve ekonomik duruma uygun şartları
sağlamaması nedeniyle sivil toplum gelişme gösterememiştir. Batı
dünyasında ise, devletin, sivil toplum ile devlet arasında dengeli bir ilişki
alanını kapsadığı, yine sivil toplum dışındaki alanın devleti ifade ettiğini,
sivil toplumun özerkliğini sınırlayan bir organizasyon olarak
görülmektedir29
.
Locke’a göre sivil toplum, kişilerin rasyonel tercihlerin kamu
politikasına yansımasını ifade etmektedir. Kişilerin rasyonel tercihlerinin
kamusal alanda devlete kadar ulaşması ile politikalar belirlenmektedir.
Locke, genel irade ilkesini, sosyal gruplar nezdinde parçalara ayırarak,
iktidar dışında bir alan oluşturmuştur30
.
Habermas’ a göre de sivil toplum, “yurttaşların bir araya gelerek
gruplar oluşturmaları, devletin etki ve ekonomi alanının dışında gönüllü
olarak bir araya gelen sosyal ilişkilerde üretilen ve oluşturulan iletişim
yapıları”dır31
. Habermas sivil toplum için, “toplumsal sorunların özel
yaşam alanlarında doğurduğu yankıyı kaydederek yoğunlaştırır ve yüksek
sesle siyasi kamuoyuna aktarırlar” demektedir32. Sivil toplumun kurumsal
çekirdeğini ise, toplumu ilgilendiren sorunların çözümüne yönelik
tartışmaları ve kamusal alanlar çerçevesinde kurumlaştıracak yapıları ise,
“kiliselerden, kültür derneklerinden ve akademilerden bağımsız medyaya,
spor ve boş zaman derneklerine, tartışma kulüplerine, vatandaş
forumlarına ve yurttaş inisiyatiflerinden meslek birliklerine, siyasal
partilere, sendikalara ve alternatif kurumlara dek uzanan devlet dışı ve
ekonomi dışı gönüllü birliktelikler” oluşturmaktadır33

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar