MU KITA,SI TÜRKLER İÇİN NEDEN ÖNEMLİDİR esim1: Pasifik Okyanusunda yaşanan bir tufan sonucu sulara gömüldüğü söylenen Mu Kıtası. Mitoloji Türkçe, ”Söylence Bilim” anlamında kullanılan bir kavramdır. James Churchward’ın (1851-1936) Mu Kıtası ile ilgili araştırmaları da işte bu “Söylencelerin” derlenmesine dayanır. Bu yüzden Mu ile ilgili söylenceleri ve anlatıları önemsiyorum. İnsanlığın bilinçaltında kayıtlı olan tüm gizemli “Gerçekleri” bu söylencelerde bulabiliriz. Bilinçaltında, arketipik kültür kodları dediğimiz, semboller ve simgeler vasıtası ile tutulan ve anlatılan bu efsaneler, gerçek yaşanmış olaylar olabilir. Bu olaylar masalsı ve şifreli bir dille ve sözlü kültür aracılığı ile kuşaktan kuşağa aktarılır. İnsan bilinci gerçek yaşanmış olayları hafızasında ancak “mitleştirerek” tutabilir. Buna “Mitolojik Hafıza” da denebilir. Ünlü dinler tarihi uzmanı Mircea Eliade’ya göre gerçek yaşanmış tarihi olaylar 200-300 yıl sonra mitolojiler ve masallar dünyasına dahil olur. Mitolojiler insanoğlunun daima ilgisini çekmiştir ve çekmeye de devam edecektir. Bunun en önemli sebebi gizemli bir dille anlatılmaları ve yazılmalarıdır. 19. yüzyılda “Sözlü Kültürün” derlenmesi, Alman Jacop ve Wilhem Grimm kardeşler ile başlar. Köyleri ve kasabaları dolaşarak yüzyıllar boyunca anlatılan masalları, efsaneleri derleyerek yazılı hale getirmiş ve yayınlamışlardır. Onlar, diğer milletlerin kendi efsane destan ve mitolojilerini derlemelerine kapı açmıştır. Finler Elias Lönrot aracılığı ile Kalevala gibi bir destana sahip olduklarının farkına varmıştır. Ve böylece “Batılılar” yüzyıllardır kendi kültürlerinin temeli zannettikleri, Yunan mitlerine ait olmadıklarının farkına varmıştır. Ya da Hıristiyan kültüründeki Yahudi-Sami mitlerine. James Churchward’ın Pasifik Okyanusunda battığı varsayılan Mu Kıtası ile ilgili söylenceleri derleme çalışmaları da 20. Yüzyıl başlarına dayanır. Arkaik dönemde insanlar yazılı bir arşiv ve kültürleri olmadığı için bir çok bilgiyi sembol ve simgeler aracılığı ile gelecek kuşaklara aktarmıştır. Okumasını bilene bu simgeler çok şey ifade eder. Türkler bu sembollere Tamga adını verir ve bu soyut sembolleri en çok kullanan millet de Türk milletidir. Türkler, eskiden göç ettikleri coğrafyalardaki kayaların üzerine kendi mantık ve düşünce sistemlerini, yaşayış tarzlarını, inançlarını, aile ve boy tamgalarını, kazımışlardır. Hatta hayvanlarına ve özel eşyalarını belirlemek için bu sembolleri kullanmıştır. Eberhard’a göre soyut sanatın yaratıcısı Türklerdir. Arkaik dönemlerden bu yana, Türklerin kullandığı “tamgalar” işte bu “Stilize” edilerek anlatılmaya çalışılan sırlı işaretlerin temelini oluşturur. Soyut sanatın yaratıcısı Türkler olduğuna göre, bu soyut sembol ve ikonografileri, Türk tarihinin ya da “Türk Söylencesinin” kökeninde yani Mu uygarlığı bağlamında da araştırmak gerekir. James Churchward ve Willam Niven’in Tibet ve Meksika’dan elde ettikleri veriler sadece söylencelerden ibaret değildi. William Niven’in Meksika’da Mu ile bağlantılı topladığı tabletler 3000’in üzerinde idi. Churchward bu tabletlerin 12 000 yıllık olduğunu söyler. Tabletlerin üzerinde kozmoloji ile ilgili çeşitli ikonografiler ve simgeler yer alır. Churchward bu ikonografileri “Kutsal ve Mülhem” olarak niteler. Seçtiği bu kelimeler oldukça önemlidir. Diğer tüm ikonografiler gibi “Kutsal” yani Tanrısal kaynaklı olduğunu ve “Mülhem” yani özel insanların bilinçaltına “İlham” edildiğini yazar. Bachofen’e göre söylence “simgenin yorumudur”. Ona göre, insan bilincinden çıkan duygu, düşünce, imgeler ve örüntüler, önce simgesel biçimler olarak, sonrada söylence ve mitolojilere dönüştürülerek hayat bulur. Eskiçağ sanatı, en derin ve sürekli biçimde simgelerden yararlanmıştır. Peki simge ve sembollerin ilk kaynağı nedir ya da neresidir? Platon’a göre; bu imgeler idealar dünyası olarak tanımladığı, uyumakta olan dölyatağından çıkar. Ünlü psikanalist C. Gustav Jung’a göre de “İmgeler ve Simgeler” Tanrısal bir kaynaktan bilinçaltına gelen bir çeşit enerjidir. Peki neden insanoğlu ilk bakışta anlaşılamayan bu semboller ile bir takım gizli gerçekleri ya da söylenceleri ifade etmeye çalışmıştır? Herkes tarafından anlaşılmasın diye mi? Arkaik insan için sözcükler ile gizemli şeyleri ifade etmek, Tanrıya saygısızlık olurdu. Bunlar ancak mitolojik simgeler aracılığı ile ifade edilebilirdi. Gizemli anlatıların bilinçaltında daha kolay anımsanması ve bir sonraki kuşağa aktarılabilmesi için masalsı bir dille ve semboller ile anlatılması da buna sebep olmuş olabilir. Tarih boyunca “Kutsal” olan daima gizemli ve bilinmeyen olarak kalmıştır. “Tanrı” işte bu bilinmeyendir ve ancak imge ve simgeler ile anlaşılmaya çalışılan bir gizemdir. Simgeler ruha, sözler dış dünyaya hitap eder. Bir başka soru bu söylenceleri ve ikonografileri kimlerin yarattığıdır. Çağlar boyunca insanoğlu, bu söylenceler ve simgeler aracılığıyla, “Bilinmeyen” ile iletişim kurmuştur. Tüm bu “Sözlü Kültür” ve “Yazılı Kültür” tasarımlarını yaratanlar ve ortay

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKİYE ORTA ASYA HABER KKUORDİNATÖRÜ