IFJ-ULUSLARARASI GAZETECİLER FEDERASYONU
Siyasi baskılara rağmen, Türkiye ile olan bağları önemli olmaya devam etti. İsrail'deki Türk Yahudi diasporasının daha varlıklı ve siyasi olarak daha aktif üyelerinden bazıları, kültürel kökenleriyle devam eden bağlarını vurgulayarak İsrail'de ilk Türkçe konuşan Mason locasını kurdular.
Türk Yahudilerinin İsrail'e büyük çaplı göçünün uzun vadeli diplomatik sonuçları oldu. Türk hükümetinin 1949'da İsrail'i tanıması, kısmen, İsrail'de önemli bir Türk-Yahudi diasporasının varlığından etkilenmiştir. Diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerin aksine, Türkiye, bölgesel baskılara rağmen İsrail ile ekonomik ve siyasi bağlarını sürdürmeye çalıştı.
Ayrıca, sonraki on yıllarda İsrail'deki Türk Yahudileri, iki ülke arasındaki diplomatik ve ticari ilişkilerde arabuluculuk rolü oynadılar. Türkiye'nin yurtdışında ikamet eden Türk vatandaşlarına çifte vatandaşlık verme kararı, bu bağları daha da güçlendirdi. 20. yüzyılın sonlarına doğru, Türkiye-İsrail ilişkileri stratejik bir ortaklığa dönüşmüş ve tarihi göç kalıpları bu ilişkilerin temel unsurlarından birini oluşturmuştur.
1948'de İsrail'in Kuruluşu ve Türkiye'nin İsrail'i Tanıması
II. Dünya Savaşı öncesinde Türkiye, küresel meselelerde tarafsız bir duruş sergilemiş ve bölgesel istikrara ve diplomatik dengeye öncelik vermiştir. Bu yaklaşım, Türkiye'nin dış müdahaleleri önlemeyi ve bölgede barışı teşvik etmeyi amaçlayan Sadabad Paktı (1937) ve Balkan İtilafı (1934) gibi çok taraflı anlaşmalara katılımında açıkça görülmektedir. İnönü hükümeti (1938-1950), Batı veya Sovyet bloklarına taahhütte bulunmaktan kasıtlı olarak kaçınarak bu tarafsızlık politikasını sürdürmüştür.
1945-1947 döneminde Türkiye, özellikle Birleşmiş Milletler (BM) müzakereleri çerçevesinde, Filistin sorunu konusunda genellikle Arap devletleriyle aynı çizgide yer almıştır. Türkiye, Filistin'in ayrı Yahudi ve Arap devletlerine bölünmesini öneren 1947 BM Bölünme Planı'na karşı oy kullandı. Ancak, 1948'de Batı'nın artan etkisiyle Ankara, tutumunu daha Batı yanlısı bir yönelime doğru kaydırmaya başladı. Bu politika değişikliği, Türkiye'nin Siyonist emellerine ilişkin önceki çekincelerine rağmen, 1949'da İsrail'in tanınmasına yol açtı. Türkiye, İsrail ile resmi diplomatik ilişkiler kuran ilk ülkelerden biriydi, ancak başlangıçta yaklaşımı temkinliydi. İsrail'in egemenliğini hemen tanıyan birçok Batı Avrupa ülkesinin aksine, Türkiye "bekle ve gör" politikası benimsedi ve tam diplomatik tanımayı ancak İsrail'in kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra, 28 Mart 1949'da gerçekleştirdi. Başlangıçta Türkiye'nin İsrail'deki diplomatik misyonu büyükelçilik düzeyinde değil, bir "Elçilik" düzeyindeydi ve Türkiye, Büyükelçi yerine bir Bakan atıyordu.
(Güvendiren, 1999:173). Bu, Türkiye'nin İsrail ile bağları ve Arap ülkeleriyle ilişkileri arasında diplomatik bir denge sağlama arzusunu yansıtan ölçülü ve dikkatli bir yaklaşımı gösteriyordu.
Bu kasıtlı diplomatik ihtiyata rağmen, Türkiye'nin İsrail'i tanıması önemli bir jeopolitik değişime işaret ediyordu. Türel Yılmaz'ın (2016) da belirttiği gibi, İsrail'in tanınması münferit bir olay değil, Türkiye'nin Batı bloğu içindeki konumunu güvence altına almayı amaçlayan daha geniş bir stratejik yeniden yapılanmanın parçasıydı. Bu bağlamda, Türkiye'nin dış politikası, 1940'ların sonlarında Arap yanlısı tarafsızlıktan, kilit uluslararası aktörlerle güvenlik, ekonomik ve askeri iş birliğine öncelik veren Batı yanlısı bir duruşa evrildi. Türkiye'nin İsrail'i tanıma hamlesi, Soğuk Savaş dönemindeki güvenlik endişelerinden de etkilendi. Ankara, Sovyet yayılmacılığından korkuyor ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve NATO ile uyum arayışındaydı. Türkiye, İsrail'i tanıyarak Washington ile bağlarını güçlendirmeyi ve Batı'nın ekonomik ve askeri yardımına erişmeyi amaçlıyordu. Bölükbaşı (1999:22), Türkiye'nin Siyonizm'e karşı başlangıçtaki isteksizliğinin, İsrail'in Sovyetler Birliği ile uyumlu olduğu yönündeki yanlış bir anlayıştan kaynaklandığını savunuyor. Ancak, İsrail'in Batı kampında kesin bir şekilde konumlandığı anlaşıldığında, Ankara tutumunu yeniden değerlendirdi.
Soğuk Savaş Döneminin Başlarında Türkiye'nin Jeopolitik Yeniden Yapılanması
Türkiye'nin 1949'da İsrail'i tanıma kararı tek başına anlaşılamaz; aksine, Ankara'nın Sovyet baskısı ve Batı entegrasyonu özlemlerine yanıt olarak dış politikasını yeniden tanımladığı Soğuk Savaş'ın başlarındaki daha geniş bir jeopolitik yeniden yapılanmanın parçası olarak görülmelidir.
Bu bağlamda, Türkiye'nin İsrail ile stratejik ilişkisini şekillendiren birçok faktör vardır:
1. Batı Entegrasyonu: Türkiye, özellikle NATO üyeliğini güvence altına almayı hedeflediği için (ki bu üyelik 1952'de başarıldı) ABD ve Batı Avrupa ile bağlarını güçlendirmeye çalıştı.
Gerçek
Türkiye: Authorities must end unlawful proceedings against the Istanbul Bar Association 29 Jan 2025 | Advocacy, News istanbul-bar-e1736938363638 The International Commission of Jurists (ICJ) expresses concern over the criminal proceedings initiated against the Istanbul Bar Association, including its President, İbrahim Kaboğlu, and members of its executive board. The ICJ further condemns the detention of Fırat Epözdemir, a member of the executive board, who was arrested upon his return from an advocacy visit to Council of Europe institutions. These actions constitute a direct attack on the independence of the legal profession and the rule of law in Türkiye. The criminal proceedings were initiated following a statement issued by the Istanbul Bar Association on 21 December 2024, which called for an independent investigation into the deaths of journalists Nazım Daştan and Cihan Bilgin, who were killed in northern Syria on 19 December 2024. The statement highlighted concerns regarding the...
Yorumlar
Yorum Gönder