OFB DEMOKRASİ DERGİSİ. Laiklik, İslamcılık ve Türkiye'nin Geleceği Ahmet T. Kuru (biyografi) Mart 2025'te İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, eşi benzeri görülmemiş bir ön seçimde 15 milyon seçmenin oyuyla Türkiye muhalefetinin cumhurbaşkanı adayı seçildiği gün, yolsuzluk suçlamasıyla hapse atıldı. Adaylığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 22 yıllık iktidarına önemli bir meydan okuma oluşturuyor ve hem dindar hem de laik seçmenlerde yankı bularak İslamcı-laik ayrımını yeniden tanımlıyor. Erdoğan'ın desteği ekonomik çalkantıların ortasında azalırken, Türkiye muhalefeti otoriter popülizme direnmek için potansiyel bir model sunuyor. Bu siyasi değişim, yalnızca Türkiye'de değil, tüm Müslüman dünyasında ve ötesinde laiklik, İslamcılık ve demokratik direncin geleceği için daha geniş kapsamlı sonuçlar doğuruyor. Mart 1999'da, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki yıl önce yaptığı bir konuşmada toplumda kutuplaşma ve nefreti körüklediği gerekçesiyle hapis cezasına çarptırıldı. Mahkumiyeti, Türk yasaları bu suçtan hüküm giymiş kişilerin bu tür görevlerde bulunmasını yasakladığı için, fiilen siyasi bir görevde bulunmasını engelledi. Ancak dört yıl sonra, bir anayasa değişikliği siyasi kariyeri üzerindeki yasal kısıtlamaları kaldırarak Erdoğan'ın başbakan olmasının önünü açtı. O zamandan beri, önce başbakan (2003-14) ve ardından cumhurbaşkanı (2014'ten günümüze) olarak Türkiye'nin en güçlü yöneticisi olarak kaldı. Bu tarihi an, Mart 2025'te, İstanbul'un mevcut belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yolsuzluk suçlamalarıyla hapse atılması ve otuz yıllık lisans diplomasının iptal edilmesiyle kamuoyunun hafızasında yeniden canlandı. Bu ikili eylemin, Türk anayasasının cumhurbaşkanı adaylarının üniversite diplomasına sahip olmasını gerektirmesi nedeniyle, onu cumhurbaşkanlığına aday olmaktan diskalifiye etmeyi amaçladığı anlaşılıyor. Bu iki dönem arasındaki paralellikler ve zıtlıklar, son çeyrek yüzyılda Türk siyasetinde hem sürekliliği hem de derin değişimi ortaya koymaktadır. Türkiye, belirli sürekliliklerle de olsa önemli dönüşümler geçirmiş olsa da, bölgesel ve küresel bağlamlar da önemli ölçüde değişmiştir. Demokrasi ve laiklik gibi kritik konularda, özellikle İslamcılık ve popülizmle etkileşimleri açısından, küresel bir tartışma devam etmekte ve Türkiye uzun süredir bu tartışmanın merkezinde yer almaktadır. Ülkenin önemi ekonomik ağırlığından değil (GSYİH küresel toplamın yalnızca yaklaşık %1'ini oluşturmaktadır), stratejik coğrafyasından (Avrupa, Asya ve [Sayfa 92 Sonu] Afrika'yı birbirine bağlamaktadır), imparatorluk mirasından (Osmanlı İmparatorluğu'nun halefi olarak), karmaşık dış politika yöneliminden (Müslüman çoğunluklu bir ülke ve tam AB üyeliği dışında neredeyse tüm Avrupa kurumlarına entegre olmuş uzun süredir NATO üyesi olması) ve kalıcı ideolojik kutuplaşmadan (en önemlisi laikler ve İslamcılar arasında) kaynaklanmaktadır. Bu son faktör, iki Türk cumhurbaşkanını küresel öneme kavuşturmuştur. İlki, Mustafa Kemal Atatürk (ö. 1938), Osmanlı halifeliğini kaldırarak Müslüman dünyasının gördüğü en katı laik cumhuriyeti kurdu. En sonuncusu Erdoğan ise, Atatürk'ün mirasının temel yönlerini -özellikle kamusal söylemde, ulema (İslam alimleri) ile devlet arasındaki ilişkilerde ve eğitim sisteminde- kademeli olarak tersine çevirdi; ancak anayasanın laik karakteri resmi olarak bozulmadan kaldı. İstanbul'un iki belediye başkanı -Erdoğan (d. 1954) ve İmamoğlu (d. 1971)- arasındaki mevcut siyasi çekişmenin yalnızca cumhurbaşkanlığı için bir rekabet olmadığını savunuyorum. Aksine, Türkiye'nin gelecekteki istikameti konusunda daha derin bir mücadeleyi temsil ediyor. Erdoğan kazanırsa, Türk devletini ve kamusal söylemi daha İslamcı bir yöne yönlendirmede elde ettiği kademeli kazanımları pekiştirecektir. İmamoğlu, eğer üstün gelirse, Atatürk'ün mirasını asırlık bir kopya olarak değil, laik devlet ve Müslüman toplumun bir arada yaşamasına dair kendi vizyonuyla yeniden canlandırmaya çalışacaktır. Bu nedenle, Atatürk'ün mirasını analiz ederek başlıyorum. Atatürk ve Erdoğan Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti'nin (1923'te kurulan) diğer kurucuları, Osmanlı İmparatorluğu'ndan (1299-1922) kökten farklı bir modern devlet öngörmüşlerdi. Aşırı dindar ve aşırı çeşitlilik arz eden bir yapının imparatorluğun çöküşüne önemli ölçüde katkıda bulunduğuna ve bu nedenle yeni cumhuriyetin farklı olması gerektiğine inanıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu, İslam hukukunu hukuk sistemine entegre etmiş ve din adamları hem Müslüman hem de gayrimüslim topluluklar içinde toplumsal liderlik rolleri üstlenmişti. İmparatorluk aynı zamanda önemli bir etnik ve dini çeşitlilikle de dikkat çekiyordu. Bu nedenle, modern Türkiye'nin kurucuları, tek bir (laik) hukuk sistemine ve tek bir (Türk) ulusal kimliğe dayalı bir ulus inşa etmeyi hedeflemişlerdi. Batılı emperyalistlere karşı Bağımsızlık Savaşı'nı kazanmış olmalarına rağmen, yine de Fransız ulus inşası modelinden ilham aldılar ve halifeliği kaldırma kararı aldılar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKİYE ORTA ASYA HABER KKUORDİNATÖRÜ