Endonezy Pakistan ve Uzak Asya da birçok milletin Ataları Türktür
Malay literary man Vladimir Braginsky. Thus, in this article, we will review
and evaluate his book in this field which he wrote in English.
Keywords: Malay Literature, Turkish and Turkic Themes, Relations
between Turkey and Indonesia.
Türk ve Türkî temaları ve Türklerle ilgili anlatımları konu edinen söz
konusu kitap, Londra Üniversitesi School of Oriental and African Studies’de
(SOAS) eski öğretim üyesi olan Vladimir Braginsky1
tarafından kaleme
alınmıştır. Hollanda’nın Leiden şehrindeki Brill yayınları tarafından
yayımlanan kitap ekleriyle birlikte toplam 320 sayfa civarında olup, tam
künyesi şöyledir: Vladimir Braginsky, The Turkic-Turkish Theme in
Traditional Malay Literature: Imagining the Other to Empower the Self
(Brill Yayınları, Leiden/Boston, The Netherlands, 2015, 303+XVII sayfa).
Adından da anlaşılacağı üzere kitap, geleneksel Malay edebiyatındaki Türkî
ve Türk temalarını ele almaktadır. Ana başlığa ilave olarak “Kendini
Güçlendirmek İçin Ötekini Tasvir Etme” şeklinde tercüme edilebilecek
ikinci alt başlığı ise, Malayların ve Endonezyalıların dindaşları olan Türkleri
nasıl tanımladıkları ve onları nasıl resmettiklerini ortaya koymaktadır.
Tanıtım ve değerlendirme konusu yapılan kitap, giriş, beş ana bölüm,
sonuç bölümü ve ek bölüm (postscipt) olmak üzere toplam sekiz ana metin
bölümünden oluşmaktadır. Kitabın ilk 17 sayfası (s.I-XVII) önsöz,
içindekiler, kısaltmalar ve takip edilen transliterasyon açıklamasını ihtiva
etmektedir. Ek bölümden sonra da yaklaşık 70 sayfalık (s.227-303 arası)
ekler, bibliyografya ve indeks bölümleri vardır.
Giriş bölümünde (s.1-8) yazar, çalışmanın konusu, amaçları ve
tarihçesi hakkında bazı açıklamalar yapmaktadır. XIV. Yüzyıldan XIX.
Yüzyıl sonlarına kadar geleneksel Malay literatüründe yer alan “Türk” ve
“Türkî” temalı atıfları ve konuları ele almaktadır. Türk kelimesiyle Anadolu
ve Rumeli’de yaşayan Osmanlı Türkleri kastedilirken, Türkî kelimesi de
genellikle Orta Asya ve Kafkasya’da yaşayan Türk soylu topluluklar için
kullanılmıştır.
Yazar, çalışmanın amaçlarından ilki olarak Malay literatüründe
Türklerle ilgili atıfları tespit etmek; ikincisi ister hayali ister gerçekle
bağlantılı olsun Türk ve Türkî temalı konuları değerlendirmek; üçüncü
olarak Malay yazılarında Türk temalı bilgilerin muhtevasını ve yansımasını
araştırmak; son olarak da Malaylı yazarların Türk ve Türkî temalı konuları
edebi, dini ve siyasi içerikli eserlerine almalarının sebeplerinin neler
olduğunu araştırmaya çalışmak olarak açıklamıştır.2 Nitekim yazarın da
vurguladığı gibi, “Malay Concordance 2014” adındaki bir dizin projesine
göre, geleneksel Malay literatürünü temsil eden mensur ve manzum 135 tane
1
1945 yılında Moskova’da doğan Prof. Dr. Vladimir Braginsky, 1969 yılında Moskova
Devlet Üniversitesi’nden mezun olmuş, 1972 yılında doktorasını ve 1982 yılında da
edebiyat doktorasını tamamlamıştır. 1969 yılından 1993 yılına kadar Moskova’daki
Institute of Oriental Studies’de görev yapan Braginsky, 1993 yılında Londra
Üniversitesi School of Oriental and African Studies’deki (SOAS) Güneydoğu Asya
Kültürleri ve Dilleri Bölümü’nde çalışmaya başlamış ve birkaç yıl öncesinde emekli
olmuştur. Çalışmalarını klasik Malay-Endonezya edebiyatı alanında yoğunlaştıran
Braginsky’nin Rusça, İngilizce, Malayca ve Endonezya dilinde yayımlanmış birçok
makalesi ve kitabı bulunmaktadır.
2 V. Braginsky, The Turkic-Turkish Theme in Traditional Malay Literature: Imagining
the Other to Empower the Self, Brill, Leiden/Boston, 2015, s.1.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
233
eserde “Rum, Türk, Türkistan ve İstanbul” kelimelerinin 40’dan fazla eserde
yaklaşık 1200 kere geçtiği tespit edilmiştir.3
Braginsky, kitabının yazım hikâyesini şöyle belirtmektedir: Daha
öncesinde eski Rusça literatürde Malay-Endonezya dünyası hakkındaki
atıfları ve Malayca kaynaklardaki Osmanlı-Rus savaşıyla ilgili tasvirleri ve
anlatımları çalıştığı için kendisinden Malayca kaynaklardaki Türk ve Türkler
hakkındaki atıflarla ilgili bir çalışma yapması istenmiştir. Bu konuya 2009
yılında Londra’daki British Academy tarafından desteklenen “Islam, Trade
and Politics across the Indian Ocean” başlıklı bir proje için hazırlamaya
başladığı bir makale4
ile başlamış ve konuyla alakalı çok fazla malzeme
ortaya çıkınca, daha sonra birkaç tane müstakil makale yayımlayarak devam
etmiştir.5
Sonuçta konuyla ilgili tüm malzemeyi bir kitap formatında ele
alarak yeniden değerlendirmiş ve böylece bu kitap ortaya çıkmıştır.6
Yazar, Malay-Endonezya takımadalarındaki erken İslamî döneme ait
Malayca/Endonezyaca edebi kültürün daha çok Hindistan’daki Delhi
sultanlıkları ve Babürlüler dönemindeki Farsça literatürün Malayca’ya
tercüme yoluyla mahallileştiğini ve edebi etkinin daha çok Hindistan
üzerinden geldiğini savunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin Malay dünyası ile
edebi ilişkisinin ise, zayıf olduğunu söylemektedir. Osmanlı dönemiyle ilgili
daha çok dini ve siyasi konular, Malay literatüründe önem kazanmıştır.7
Giriş kısmında geleneksel Malay literatüründeki Türk ve Türkî
temalı motiflerin ve anlatımların önemi vurgulandıktan sonra, Braginsky
kitabının birinci bölümüne geçer. O, bu bölümü (s.9-39) “The First
Acquaintance In Absentia: Turkic Warriors, Lovers, Sages and the Barber of
Istanbul” (Gıyabında İlk Tanışma: Türk Savaşçıları, Aşıkları, Bilge Kimseler
ve İstanbul Berberi) başlığı ile adlandırır. Yazar, önce Türk ve Türkî temalı
Malayca metinlerin tanıtımını yapar. XVI. Yüzyıl sonlarından itibaren oluşan
ve XVII. Yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemde Malayca eserlerin
muhtevası bölgeye Hindistan üzerinden gelmiştir. Bu eserlerde daha çok
Türkî temalı anlatımlar vardır ve çok nadiren Türk temalı olanlara da
rastlanır. Bu eserler arasında Kuzey Sumatra’daki Pasai şehrinde Farsça’dan
Malayca’ya çevrilerek uyarlanan Hikayat Muhammad Hanafiyyah8
ve
Hikayat Amir Hamzah9
adlı hikayeler bulunmaktadır. Bu eserlerden ilki,
anonim eser olup XIV. yüzyılın ikinci yarısında Farsça Ḥikâyat-ı
3 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.2.
4 Adı geçen proje kapsamında hazırladığı makale için bkz., V. Braginsky, “Representation
of the Turkic-Turkish Theme in Traditional Malay Literature, with Special Reference to
the Works of the Fourteenth to Mid-Seventeenth Centuries”, From Anatolia To Aceh
(eds:A.C.S Peacock - A.T. Gallop), Oxford University Press, Oxford 2015, s.293-310.
5 Müellifin diğer bazı makaleleri için bkz., V. Braginsky, “Co-opting the Rival Ca(n)non;
The Turkish Episode of Hikayat Hang Tuah”, Malay Literature, 25/2, 2012, s.229-60;
V. Braginsky, “Imagining Kings of Rum and Their Heirs: The Dynastic Space of the
Malay World”, IMW, 41/121, 2013, s.370-95.
6 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.2-3.
7 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.3-8.
8 Bu eserin kapsamlı ve özet İngilizce çevirisi için bkz., L. F. Brakel, The Hikayat
Muhammad Hanafiyyah; A Medieval Muslim-Malay Romance, Nijhoff, The Hague
1975. Eserin aynı yayınevinden 1977 yılındaki ikinci baskısı ise, The Story of
Muhammad Hanafiyyah; A Medieval Muslim Romance (Nijhoff, The Hague 1977)
adıyla yayımlanmıştır.
9 Bu eserin İngilizce neşri için bkz., A. Samad Ahmad (ed.), Hikayat Amir Hamzah,
Dewan Bahasa dan Pustaka, Kuala Lumpur, 1987. Hollandaca neşri ise 1895 yılında
Ph.S. van Ronkel tarafından De Roman van Amir Hamzah (Brill, Leiden, 1895) adıyla
yapılmıştır.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
234
Muḥammad-i Ḥanafiyyah adlı Farsça eserden tercüme edilmiş ve
uyarlanmıştır. İkincisi ise, Celâl-i Belhî veya Muhammed Ebu’l-Meâlî’ye ait
olduğu söylenen ve XII. Yüzyılda derlenen Farsça destan Dastân-ı Amir
Ḥamzah veya Kıssa-yı Amir Ḥamzah adlı Farsça destandan tercüme edilmiş
ve uyarlanmıştır.
İlk eser, Hz. Ali’nin oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in intikamını
almak üzere torunu Muhammed Hanefiyye tarafından Emevi Halifesi I.
Yezid’e karşı başlattığı mücadeleyi konu edinmekte olup, Ehl-i Beyt sevgisi
ve Şii tesirlerin hâkim olduğu bir hikayedir. Hikayede, Muhammed
Hanefiyye’nin başlattığı cihada yardım eden iki Türk kardeşe atıf yapılır.
Bunlar Tebriz hükümdarı “Tughan Turk” ve kardeşi “Mughan Turk” adlı iki
süvari komutanı olup, Türklerden oluşan askeri birlikleri vardır. Bir gün
savaşta hileyi çok iyi beceren bu iki Türk komutan şafak sökmeden önce
düşmana saldırı düzenler; Zanzibarlılar’dan meydana gelen düşman
kuvvetleri ise karanlıkta birbirlerini öldürürler ve ancak yaptıkları hatayı
güneş doğunca anlarlar. Yine, Muhammed Hanefiye’nin Emevi ordusuna
karşı başlattığı başka bir saldırıda ordusu yenilmek üzere iken, Tughan Türk
ve Mughan Türk adlı Türk kardeşler birlikleriyle aniden ortaya çıkarlar ve
savaşın kaderini değiştirirler. Yezid’in lanetlenmiş savaşçılarını öldürmeye
başlarlar ve Yezid de savaş meydanından kaçarak canını zor kurtarır.10
İkinci eser ise, Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza’ya atfedilen
hikayedir. Fırtınalı bir çocukluk devrinden sonra Emir Hamza İran kisrasının
hizmetine girer ve ardından kisranın kızıyla evlenir, veziri ve diğer devlet
adamlarının kıskançlığına uğrar, idaresi altına aldığı yerlerdeki halkı
Müslümanlaştırır ve en sonunda Mekke’yi kafirlerden korumak için Hz.
Peygamber’in ve onun damadı Hz. Ali’ye yardım ederken bir saldırı
sırasında ölür. Hikayede Türkistan kralı Zubin, taşı un gibi toz yapabilecek
kadar güçlüdür ve İran kisrasının müttefikidir. Kisranın veziri ona, Emir
Hamza’yı öldürmesi karşılığında Kisra’nın kızıyla evlendirmeyi vaat eder.
Birkaç entrikadan sonra, Kaus şehrinin Emir Hamza tarafından fethi
sırasında Zubin’in kardeşleri Ghar Turki ve Tar Turki, Emir Hamza
kuvvetlerine saldırırlar; ancak Emir Hamza onları yener ve Müslüman yapar.
Müslüman olunca da birbirleriyle dost olurlar. Emir Hamza Kisra’nın kızı ile
evlenir; ancak onunla karı-koca hayatı yaşamayınca Zubin de kızı öldürür.
Benzeri bir anlatım, hikayenin başka bir bölümünde Emir Hamza’nın oğlu
Bediuz-zaman ile Turan ülkesinin (Zamin Turan) kralının kızı Culus elAşıkin arasında yaşanır. Kral Sadar Alam Müslüman olunca, Emir Hamza ile
dost olurlar.11 Yazar, XIV. Yüzyıl ortalarında her iki hikayenin Pasai’deki
Müslüman toplum için bir karşılığı olduğunu söyler. Çünkü Pasai
hanedanlığını 1340’lardan 1394 yılına kadar Bengal’deki Türk kökenli
hanedanlığa mensub hükümdarlarca yönetilmiştir.12
Yazar, daha sonra “Turks Accepting Islam and Reflecting on
Transient Life and Justice” (İslam'ı Kabul Eden ve Geçici Yaşam ve Adalet
Üzerine Düşünen Türkler) alt başlığı altında (s.13-28) Hikayat Iskandar
Zulkarnain13 adlı Malayca eserdeki farklı Türk topluluklarıyla ilgili atıfları
10 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.9-10.
11 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.10-12.
12 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.12.
13 Zülkarneyn hikayesinin farklı yazarlar tarafından neşri için bkz., Hussain Khalid (ed.),
Hikayat Iskandar Zulkarnain, Dewan Bahasa dan Pustaka, Kuala Lumpur, 1967; S. Ch.
Soeratno, Hikayat Iskandar Zulkarnain; Analisis Resepsi, Balai Pustaka, Jakarta, 1991;
S. Ch Soeratno (ed.), Hikayat Iskandar Zulkarnain – Suntingan teks, Balai Pustaka,
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
235
ele alır. İskender Zülkarneyn Hikayesi’nin İbrahim b. Müferric el-Surî
tarafından XIII. Yüzyıl ortalarında Farsça olarak yazılan Sîretü’l-İskender
adlı eser esas alınarak XV. Yüzyılın başlarında Pasai’de tercüme edildiği ve
Malayca’ya uyarlandığıtahmil edilmektedir. Eserde, İskender Zülkarneyn,
Kuran-ı Kerim’deki Zülkarneyn kıssası da (Kuran, 18: 83-98) kullanılarak
doğuda ve batıda fetihler yapan büyük bir Müslüman savaşçı ve İslam
kahramanı olarak tasvir edilir.14 Eserde İskender’in Türk ülkelerinden geçişi
ve farklı Türk topluluklarıyla karşılaşmasına dair birçok anlatımlar
mevcuttur. Mesela, ilk olarak İskender Zülkarneyn doğuya sefere çıktığında
Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki Hazar kavmiyle (kaum Khuzriya)
karşılaşır ve Hazar kralı Falantlas’a elçisiyle bir mektup gönderir ve
Müslüman olmasını ister. Güneşe tapan Hazar kralı ise, İskender’in
huzurunda onun hitabesinden ve argümanlarından çok etkilenir; Allah’ın
eşsiz ve en büyük olduğuna, güneşin ise O’nun tarafından yaratılmışlığına
ikna olduktan sonra Hızır’ın yardımıyla kelime-i şehâdet getirerek gözyaşları
içinde Müslüman olur. Ardından Hazar kralı ülkesine döner ve halkını
Müslümanlaştırır. Adını Seyyid’e dönüştüren Hazar kralı Falantlas on bin
kişiden oluşan Müslüman ordusuyla birlikte İskender’e katılır. Birlikte
Kazak ve Alan Türklerinin ülkelerinden geçerler; Ceyhun ve Seyhun
nehirlerini de aşarak diğer Türk kralı Dalhan’ın ülkesine ulaşırlar. Ateşe
tapan Dalhan, ateş tanrısının vaad ettiği zafere inanarak İskender’in
ordusuyla savaşır, fakat yenilir. Esir alınıp onun huzuruna getirilir ve yanına
oturtulur. Vadedilen zaferin gerçekleşmemesi üzerine İskender’in inandığı
yüce Allah’a inanır ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur. İskender
de, altın süslemeli bir taç giydirerek onu uğurlar. Sarayına döndükten sonra
halkını Müslüman yapar ve her yıl İskender’e vergi karşılığında kıymetli
hediyeler gönderir. Ayrıca, Dalhan ordusu ve devlet ricaliyle birlikte Sultan
İskender’in yanına gider ve orada dünyada eşi benzeri olmayan büyük bir
ziyafet düzenler.15
Türk ülkesinden sonra İskender, yeşili bol ve yüksek dağları bulunan
Oğuz kavminin (kaum Khuz) yurduna gelir ve dağın eteğine ordusunu
konuşlandırır. Dağın tepesinde oturan Oğuz racası İskender’in teslim
mektubunu alınca, veziri ve adamlarını toplar ve istişare eder. Veziri,
İskender’in bütün başarısının Hızır’ın sihirlerine ve stratejilerine bağlı
olduğunu söyler ve eğer Hızır öldürülürse, İskender de yenilecektir. Bunun
için Hızır geldiğinde, kalacağı bir ev yapılması kararlaştırılır; evin temeli tuz
birikintisinin üzerine oturtulup eve de uzaktan bir su kanalı bağlanması
tasarlanır. Hızır evde uyuduğu sırada vezir su kanalının kapağını açıp, evin
altındaki tuzu eritmesi ve Hızır’ın da göçen evin altında kalarak ölmesi
planlanır. Bu kurnazca planı çok beğenen Oğuz racası Hızır’ı davet etmek ve
onunla görüşmeler yapmak üzere İskender’e bir heyet gönderir. Ancak heyet,
İskender’in tavrından etkilenip Müslüman olur ve ayrıca heyet Hızır’ı da
dikkatli olması hususunda uyarır. Hızır gece uyuyunca, vezir su kanalının
kapağını açar. Tuz erir, fakat ev yıkılmaz ve ev gök ile yer arasında dağın
yamacında asılı kalır. Hızır’ın emri üzerine yer yarılır, vezir ve onun ailesi
Jakarta 1992. Eserin Hollandaca neşri ise P.J. van Leeuwen, De Maleische
Alexanderroman (Ter Brink, Meppel 1937) adıyla yapılmıştır. Eserin ilk İngilizce
değerlendirmesi için bkz., R.O. Winstedt, “The Date, Authorship, Contents and Some
New Manuscripts of the Malay Romance of Alexander the Great”, JMBRAS, XVI/2,
1938, s.1–23.
14 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.13-18.
15 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.19-21.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
236
yerin dibine geçer. Bu olaya şâhid olan Oğuz racası hemen Müslüman olur
ve Hızır da ona ve ailesine tevhidi, marifeti ve şeriati öğretir. Müslüman olan
Oğuz racası yakın adamlarıyla birlikte İskender’in yanına gider ve o da
onlara büyük bir ziyafet verir. Oğuz racası 25 bin ordusuyla İskender’e
katılır ve ona yıllık vergisini verir. İskender doğuda Çin ve Cabalka krallarını
da egemenliği altına aldıktan sonra batıya döner ve yol üstünde Derbent kralı
Tarhan’la ve Babü’l-ebvâb’daki Mansaklar (kaum Manghak) ile karşılaşır.
Daha kuzeyde de Yecücler ve Mecücler bulunmaktadır. Halihazırda
Müslüman olan Mansakların kralı sayısız zenginliklerin sahibi anlamına
gelen Vatid Kanatir olup, Yecüc ve Mecüclerle savaş halindedir. İskender’in
gelişini memnunlukla karşılar ve ertesi günü İskender onlara yardımcı olması
için Hızır’ın başkanlığında bir ordu verir. Onunla birlikte İskender günlerce
onlarla savaştıktan sonra Yecüc ve Mecücleri dağın arkasındaki topraklara
sürerler ve bu şeytani insanların bu tarafa geçmesini engellemek için de iki
dağın arasına yüksek ve kalın bir duvar örer.16
İskender Zülkarneyn kuzey batıya doğru yürüyüşüne devam eder ve
Farzila ülkesindeki Türkmenlerle (kaum Turjmaniyyun) karşılaşır.
Mezarlarının arasında evler yapan, yeşil bitkilerle beslenen ve sadece akan
sudan içen bu insanlara, kim olduklarını sorar. Türkmenler de, Nuh’un oğlu
Yafes ve onun oğlu Aryan’ın soyundan geldiklerini söylerler. Neden kralları
ve kadıları olmadığını sorduğunda ise, Türkmenler güçlülerin her zaman
zayıfları ezdiklerini ve onlar güçlerini de Allah’tan aldıklarını ileri sürerler.
Dünyanın geçici bir yer olduğuna inanan Türkmenler, “biz büyük olarak
sadece Allah’ı tanırız, bundan dolayı kral ve vezirlerimiz yoktur. Biz
kimseye zulmetmeyiz ve kimse de bize zulmedemez” derler. Türkmenlerin
hikmet sahibi oluşlarından çok etkilenen İskender, daha sonra yoluna devam
eder.17 Böylece, İskender Zülkarneyn Hikayesi ile önce Pasai’deki
Müslümanlar ve eserin bölgede yaygınlaşmasıyla da Malaylı ve Endonezyalı
Müslümanlar Hazarlar, Oğuzlar ve Türkmenler gibi farklı Türk
topluluklarından haberdar olmuşlardır. Hatta Türkmenlerin göçebe özellikleri
bile eserde söz konusu edilmiştir.
Yazar, daha sonra “Turks Falling for Princesses in Dreams,
Deposing Despots and Distrusting Suspicious Beggars” (Rüyalarda
Prenseslere Aşık Olan, Despotları Deviren ve Şüpheli Dilencilere
Güvenmeyen Türkler) alt başlığı altında Hikayat Bayan Budiman18 (Bilge
Papağan’ın Hikayesi) adlı eseri değerlendirir. Bu eser, Nahşâbî tarafından
1330’lu yıllarda yazılan Farsça Tûtîname (Papağan Kitabı) adlı eserin XVI.
Yüzyıl sonlarında Malayca’ya yapılan tercüme ve uyarlamasıdır. Hikayat
Bayan Budiman’da yer alan 25 farklı hikayenin yarısı Tûtîname’den
alınırken, diğerleri yazar tarafından eklenmiştir. Bu eserde de Türk ve Türkî
adlarına atıf yapan bölümler vardır. Turan prensinden bahsedilen bir
hikâyede, prens rüyasında Rum prensesini görür ve Rum ülkesine
(Anadolu’ya) gider ve orada bir oda kiralar. Resim yaparak geçimini
sağlamaya başlar ve bir gün sanattaki kabiliyeti duyulunca saraya davet edilir
ve prensesle evlenmeyi başarır.19
16 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.22-25.
17 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.26-27.
18 Eserin neşri için bkz., R.O. Winstedt (ed.), Hikayat Bayan Budiman atau Cherita
Khojah Maimun, Methodist Publishing House, Singapore, 1920; Anonim, Hikajat Bajan
Budiman, Balai Pustaka, Djakarta 1956.
19 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.28.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
237
Ancak, İstanbul’da geçen diğer hikayeler Tûtîname’de yoktur ve
bunlar Raca Kilan Şah ve oğlu ile Sultan Adem hikayeleridir. İlk hikayeye
göre, İstanbul’da Raca Kilan Şah adında çok adil bir hükümdar vardır ve
ölünce oğlu Cihan Raşid’i veliaht bırakır. Fakat Raca Cihan Raşid zalim bir
hükümdar olur ve tebaasından birçok kişi onun zulmünden kurtulmak için
İstanbul’u terk eder. Şehirde kalanlar ise, açlıktan ölmeye başlarlar; çünkü
tüccarlar şehre mal getirmez olur. İsyan halindeki İstanbul halkı, en sonunda
müftüye başvurarak zalim hükümdarın öldürülmesinin meşru olduğuna dair
fetva alırlar. Cihan Raşid şehirden kaçmayı başarır; fakat yolda Bedevilerin
saldırına uğrar ve onlar yanındaki bütün eşyasını alırlar. Bunun üzerine o,
tövbe eder ve takva sahibi bir Müslüman olur.20
Diğer hikaye ise, Sultan İbrahim b. Ethem’in tahtını bırakıp bir sufi
olmasıyla ilgili hikayeden uyarlanmıştır. Buna göre, Sultan Adem Bağdat'ta
bir hükümdardır. Bir gün Malabar ustaları ona mücevherlerle süslenmiş
mucizevi altın kuşlar getirirler, fakat sultan onlardan hiç memnun kalmaz ve
onlardan daha önce hiç görülmemiş bir el işi getirmelerini ister. Geceleyin
sultan, kuşların onun imkânsız ve gerçek insan doğasına aykırı şeyler istediği
yönündeki konuşmalarını duyar. Daha sonra Sultan Adem arzusunu
rüyasında, beslendiği anda şişen bir kertenkele şeklinde görür. Kertenkeleyi
öldürür ve tahtı bırakıp Nureddin adında bir derviş kisvesiyle ülkesini terk
eder. Bunun üzerine Sultan Adem’in oğlu Nasruddin tahta çıkar ve babasını
aramaya başlar; en sonunda onu İstanbul’da bir berber dükkanında yarıtıraşlı bir derviş kılığında bulur. Mahalle halkı onu tanımamasının ardından
İstanbul hükümdarı berber dükkanına gelir ve şehirde toplanan Sultan Adem
bir süreliğine Bağdat'a dönmeyi kabul etse de, sonunda tekrar tahta çıkmayı
reddeder ve Mekke’ye gider.21
Yazar, “The Origin of Turks, Their History and Anecdotes of Their
Luminaries” (Türklerin Kökeni, Onların Tarihi ve Önemli Şahsiyetlerinden
Anektodlar) başlığı altında Nureddin er-Raniri’nin (ö.1648) Bustânü’sselâtîn22 adlı eserinde geçen bazısı efsanevi ve bazısı da daha gerçekçi
anlatımlara yer verir. Bu eserde de Türklerle ilgili 40’dan fazla yerde atıf
vardır. Bustanü’s-selâtîn, eski Kahire kadısı Muhibüdin Muhammed ibnülŞihne (ö.1412) tarafından yazılan Ravdü’l-menâzir adlı eserinden istifade
ederek hazırlanmıştır. Ranirî, Açe’de Sultan İskender Sanî’nin (hük.1636-
1641) hizmetinde bulunmuş ve eserini de bu dönemde yazmıştır. Raniri,
Türklerin kökeni hakkında iki efsaneden bahseder. Nuh’un oğlu Yafes’in
soyundan geldiklerini ve yedinci iklimde yaşadıklarını söyler. Taberi’de yer
alan bilgilerden istifade ederek Raniri, eserinde Emeviler dönemindeki
Maveraünnehr bölgesine yapılan İslam fetihlerden ve Türklerin buna karşı
isyanları; ayrıca Abbasiler döneminde Türklerin yönetimdeki etkilerinden
bahseder. Timur hakkında da İran, Turan ve Rum’u (Anadolu) dize
20 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.29.
21 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.30-31.
22 Şimdiye kadar farklı yazarlar tarafından değerlendirilen Bustan’ın birinci ve ikinci
bölümlerinin tercümesi için bkz., Jelani Harun (ed.), Bustan al-Salatin (Bab Pertama
dan Kedua) Karangan Nuruddin ar-Raniri, Dewan Bahasa dan Pustaka, Kuala Lumpur,
2004; Üçüncü bölüm için bkz., Jelani Harun (ed.), Bustan al-Salatin bab Ketiga; Kisah
raja-raja yang adil, Dewan Bahasa dan Pustaka, Kuala Lumpur, 2008; Jelani Harun,
Bustan al-Salatin (The Garden of Kings); A Malay Mirror for Rulers, Universiti Sains
Malaysia, Pulau Pinang, 2009. Jelani Harun, “Nuruddin al-Raniri's Bustan al-Salatin: A
Universal History and Adab Work from Seventeenth Century Aceh” (doctoral thesis,
University of London, United Kingdom, 1999). T. Iskandar (ed.), Bustanuʾs Salatin;
Bab II. Fasal 13, Dewan Bahasa dan Pustaka, Kuala Lumpur, 1966.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
238
getirdiğini ve 1 milyon 300 bin askeri olduğunu ve Çin’i dize getirmek
isterken yarı yolda vefat ettiğini belirtir. Sultan Mahmud Gaznevî ve
Selçuklu Sultanı Sencer hakkında bazı eğitici hikâyeler anlatır ve ayrıca adil
hükümdar ile zalim hükümdar arasındaki farkları sunar. Bununla birlikte
Raniri, Osmanlı Devleti’nden sadece iki yerde bahseder ve Açe Sultanı
Alaeddin Şah’ın İstanbul’a elçi gönderdiğini ve Osmanlıdan askeri yardım
aldığını zikreder. Top dökümünde mahir ustalar ve sanatkârların onun
döneminde geldiğini ve böylece Açe’de en büyük topların onun zamanında
döküldüğünü ve Açe Darü’s-selam şehrinin kalesini ilk defa yapan ve
kâfirlere karşı savaşı başlatan ve Malaka’ya saldırı düzenleyen de o idi.
Braginsky, Bustan’ın aynı zamanda Malay edebiyatında Osmanlı hakkında
bahsedilen ilk ciddi yayın olduğunu vurgular.23
Birinci grupta değerlendirilen XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıl
ortalarına kadar geçen sürede üretilen Malay edebiyatına ait zikredilen bu
eserlerde Farsça’dan ve Arapça’dan tercümeler yoluyla Türkler hakkında
daha çok mitolojik ve destansı bilgiler sunulmaktadır. Bu eserler vasıtasıyla
Malaylar ve Endonezyalılar, Türk ve Türkî kabileler ve onların yaşadığı
coğrafyalar, Müslüman ve pagan Türkler, Türklerin Müslümanlaşması, Türk
hükümdarları ve onların tarihlerinden bazı kesitler hakkında bilgi sahibi
olmuşlardır.24
Kitabın ikinci bölümü “First Encounter Face-to-Face: Stories of
Embassies Sent to the Ottomans” (Yüz Yüze İlk Karşılaşma: Osmanlılara
Gönderilen Elçilerin Hikâyesi) başlığını taşımaktadır. Bu tür ilişki, gerçekte
XVI. yüzyıl ortalarında başlasa da, Malayca literatürdeki yansıması ancak
XVII. Yüzyıl ortalarından itibaren kaleme alınan eserlerde görülmeye başlar.
Osmanlılar ile ilişkiyi konu edinen en önemli hikâye, “bir torba biber”
anlamına gelen lada secupak hikâyesi ile dile getirilmiştir. Bustan’ın yanı
sıra bu ilişkiler Hikayat Aceh25
ve Hikayat Hang Tuah adlı eserlerde de yer
alır. Açe Sultanı Alaeddin Riayet Şah el-Kahhar’ın (hük.1539-1571)
Portekizlilere karşı askeri yardım talep etmek üzere İstanbul’a gönderdiği
elçilik heyeti etrafında oluşan anlatılardır. Buna göre, 1547-1571 yılları
arasında birkaç defa Açe’den İstanbul’a elçiler gönderilmiş ve bunlardan
1562-1564 ve 1566-1568 yılları arasındakiler diğerlerine göre daha fazla
önem kazanmıştır. Çünkü Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman
(hük.1520-1566) Açe Sultanlığı’na Lütfi Bey’in başkanlığında topçu, gemi
yapımcısı ve istihkamcı olmak üzere 10 tane askeri uzman göndermiş ve de
bir Açe elçisi ile birlikte Lütfi Bey’in geri dönüşünde ise daha fazla askeri
yardım talep edilmiştir. Ancak Kanuni’nin Macaristan seferinde vefat etmesi
üzerine, heyet İstanbul’da bir süre beklemiş ve oğlu II. Selim’in tahta
geçmesinin hemen akabinde yeni sultan tarafından kabul edilmiştir. II. Selim
(hük. 1566-1574) de Açe’ye yeterli miktarda askeri uzman ve sanatkârlar ile
birlikte bir donanma gönderilmesini kararlaştırmış, fakat Kızıldeniz’de
hazırlanan bu donanmanın yola çıkacağı sırada Yemen’de bir isyanın
çıkması üzerine donanma oraya yönlendirilmiştir. Daha sonra gerekli
malzeme ve askeri uzman ve zanaatkârlar daha az sayıdaki (muhtemelen iki)
23 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.32-38.
24 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.38-39.
25 Hikayat Aceh’in neşri için bkz., Teuku Iskandar (ed.), Hikajat Atjeh, Nijhoff, ‘sGravenhage, 1958; Eserin sonraki baskısı için bkz., Teuku Iskandar (ed.), Hikayat Aceh,
Yayasan Karyawan, Kuala Lumpur, 2001.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
239
gemi ile Açe’ye gönderilmiştir.26 Açe aldığı bu yardımlarla birlikte 1568
yılında Portekizliler denetimindeki Malaka’ya saldırmış, ancak başarılı
olamamıştır.27
Yazar, “The Aceh Controversy on Who Visited Who: Guns Instead
of Pepper or Glory Instead of Oil” (Kimin Kimi Ziyaret Ettiği Üzerine Açe
Tartışması: Biber Yerine Silahlar veya Yağ Yerine İhtişam) alt başlığı
altında ise, Hikayat Aceh adlı eserde yer alan lada secupak hikâyesi
bağlamında Açe-Osmanlı ilişkilerini ele alır. İskender Muda (hük.1607-
1636) dönemine kadar Açe’nin tarihini konu edinen bu eser, 1640’lı ve
1670’li yıllar arasında derlendiği kabul edilir. Hikâyeye göre, Açe sultanı
tüm Müslümanların halifesi olan Rum Sultanına bağlılığını sunmak üzere bir
heyet hazırlar ve bir gemi dolusu karabiber ile İstanbul’a gönderir. Ancak,
heyet bir veya iki yıl şehirde kabul edilmeyi beklemek zorunda kalır ve bu
arada da getirdikleri karabiberi satarak geçimlerini sağlarlar. Bir Cuma
selamlığı sırasında Sultan camiden dönerken kalabalığın içinde farklı
kıyafetler giyinmiş olan heyet üyelerini görür ve onların kim olduğunu sorar.
Yanındaki devlet ricali de onların Açe’den gelen elçilik heyeti olduğunu ve
huzura kabul beklediklerini söyler. Bunun üzerine sultan hemen onları saraya
kabul eder ve heyet üzüntülerini belirterek ellerinde kalan son bir torba
karabiberi hediye olarak sultana sunarlar. Buna karşılık sultan da onların bu
mütevazi hediyesine karşılık olmak üzere en büyük toplarından birini hediye
eder ve bu top daha sonra Açe’de lada secupak (bir torba biber) topu adını
alır. Ayrıca, heyetin talepleri üzerine sultan Açelilere bilinmeyen zanaatları
öğretmek üzere birçok usta da gönderir. Açe’nin Türkiye’den çok uzakta
olduğunu söylemeleri üzerine de, düzenli olarak bağlılık vergisi
göndermeleri yerine her Açe köyünde Hz. Muhammed’in doğum günü, yani
mevlit kutlamaları yapmalarını ister ve bu kutlamayı onların halifeye karşı
bir bağlılık göstergesi sayarlar.28 Top elde etmek için biber değişimi ve top
dökümünü öğretmek üzere Açe’ye uzmanların gönderilmesi, tarihi verilerle
ve uygulamalarla da tespit ve teyit edilmiştir. Açe’nin Osmanlı Devleti’nin
bir vasalı olma talebi ise, Açe Sultanı Alaeddin tarafından dile getirilmiş ve
kendisinin Mısır ve Yemen valilerinden veya Cidde ve Aden beyleri gibi
görülmesini talep etmiştir.29
Müellifimiz, daha sonra lada secupak hikâyesinin ikinci bir
versiyonun bulunduğu Hikayat Meukuta Alam30
veya Hikayat Malam
Dagang31 adlı destansı bir şiiri ele alır ve bunun Sultan İskender Muda’nın
26 XVI. yüzyıl Osmanlı-Açe ilişkileri hakkında geniş bilgi için bkz., A. Reid, “Sixteenth
Century Turkish Influence in Western Indonesia” Journal of Southeast Asian History,
X/3, 1969, s.395–414; G. Casale, “His Majesty’s Servant Lutfi: The Career of a
Previously Unknown Sixteenth-Century Ottoman Envoy to Sumatra based on an
Account of His Travels from the Topkapı Palace Archives”, Turcica, No:37, 2005, s.43–
81; İsmail Hakkı Göksoy, “Ottoman-Aceh Relations as Documented in Turkish
Sources”, Mapping the Acehnese Past (eds: R.M. Feener, P. Daly ve A. Reid), KITLV
Press, Leiden, 2011, s.65–96.
27 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.40-41.
28 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.44-45.
29 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.46.
30 Eserin farklı yazarlar tarafından neşri için bkz., T. Mohamad Sabil (transl.), Hikajat
Soeltan Atjeh Marhum (Soeltan Iskandar Moeda), Balai Poestaka, Batavia, 1932; Teuku
Abdullah Imran, Hikayat Meukuta Alam; Suntingan, Teks dan Terjemahan Beserta
Telaah Struktur dan Resepsi, Intermasa, Jakarta,1988.
31 Eserin neşri ve değerlendirmesi için bkz., H.K.J. Cowan, De Hikajat Malem Dagang;
Atjehsh Heldendicht, Text en Toelichting, Koninklijk Instituut voor Taal-, Land- en
Volkenkunde, Leiden,1937.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
240
dindarlığını ve kahramanlığını vurgulamak için yazıldığını ileri sürer. Bu
esere göre, İstanbul’a ilk elçilik heyetini İskender Muda göndermiş ve
gönderilen hediyeler de öşür vergisi, yani Açe’nin Osmanlıya bağlılık vergisi
olarak tanımlanmıştır. Geminin sayısı üç olarak zikredilmekte ve ikisine
pirinç ve birine ise karabiber yüklenmiştir. Heyetin İstanbul’da beklemesi
yerine geminin yolda başına bazı maceraların gelmesi ve yolunu şaşırması ve
ancak üç yılda geminin İstanbul’a ulaşması söz konusudur. Yolculuk
esnasında heyet pirinci günlük tedarikleri olarak tüketmişler ve biberi ise
satıp paraya çevirmişlerdir. İstanbul’da da heyetin bekletilmesi yerine hemen
huzura kabul edilmesi, kalan bir torba biberin sultana takdimi ve lada
secupak adlı büyük topun heyete hediye olarak verilmesi ve diğer zanaatları
Açe’ye gönderilmesi gibi hususlar söz konusudur. Eserde bu zanaatkârların
sayısı 12 kişi olarak verilir ve bunlar pehlivan yapılı güçlü kimseler olup, top
dökümünde ve kale yapımında oldukça mahirdirler. Destansı şiirde bu 12
pehlivanın hikâyesi özetle şöyle devam eder:
“Bu 12 pehlivan, iki yıl süren bir çalışma ile Açe kalesini mercan
kayalıklardan çıkardıkları sağlam taşlarla ördüler ve kalenin üstüne de
demir ve bakırdan imal edilen küçüklü büyüklü topları diziler halinde
yerleştirdiler ve nehri sultanlık sarayının yanından geçirerek nehrin etrafına
sultanlık ailesinin oturacağı odalar ve yıkanmak için banyolar yaptılar.
Sarayı da tik ağacından inşa ettiler ve o sarayı mücevherlerin konacağı
temiz ve rafine bir kutu gibi yaptılar. Çatısının kiremitleri timsah pulları gibi
kalp modelleriyle süslendi. Bu saray, çatısındaki Çin şemsiyeleriyle
gerçekten çok mükemmeldi. Altın sivri ucu o kadar parlak ve ışıltılı idi ki,
ışıltılarının yansıması göklere ulaşıyordu. İnsan yapımı tepe de çok etkileyici
idi ve sultanın en gözde yeri burasıydı. Yükseklere çıkan bu kare şeklindeki
tepe de, eğlenceler için en uygun yerdi. Bu yüksek tepe, en uzun
Hindistancevizi ağacı kadar yüksekti. Tepenin üstündeki düz mekan, sultanın
tahtı için en uygun yerdi. Bu yere, caminin minberi gibi görünen basamaklı
bir merdivenle ulaşılıyordu. Buradaki küçük kaleler sanki su basmış
alanlardan geçilen bir geçit gibi uzanıyordu. Kalabalıklar sürekli büyük
camiyi, meydanı ve etrafını ziyaret ederlerdi. Şehir huzurlu, nüfusu bol,
meydanı görkemli ve limanı genişti.”32
Ancak, pehlivan hikâyesi acı bir son ile biter. Eşi benzeri olmayan
bir şaheser ortaya koyduktan sonra aynısını başka yerde yapmaması için kral
tarafından idam edilen zanaatkâr hikâyesinde olduğu gibi, Türk pehlivanlar
da zamanla Açeli tüccarları soymaya, Açeli halka zulmetmeye ve sultana
saygısızlık yapmaya başlarlar. Hatta hikâyenin yazarı, Osmanlı Sultanının
Açe elçisine gizli olarak verdiği bir mektupta bu pehlivanların işi bitirdikten
sonra öldürülmelerini emrettiği belirtilir. Bunun üzerine Açe Sultanı
pehlivanlardan altın ve demir maden yatağının bol olduğu bir yeri
kazmalarını ister ve pehlivanlar çok derinde kazı yaparlarken Açeliler
üzerlerine taşlar atarak onları kazdıkları kuyuda öldürürler.33 Alaeddin’in
mektubu ile II. Selim’in cevabi mektubunda Açe’ye giden Türk uzmanlar ile
Açeli yetkililer arasında bazı çekişmelerin olduğuna dair resmi arşiv
belgelerinde imalar da vardır. Nitekim Alaeddin’in mektubunda Açe’ye
gönderilen uzmanların kendisine itaat etmelerini istemiştir. II. Selim de
gönderdiği cevabi mektubunda gönderilen topçuların ve diğer askerlerin ister
kıdemli ister kıdemsiz olsunlar Açe sultanının hizmetinde ve onun emirleri
32 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.48-49.
33 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.49-50.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
241
doğrultusunda çalışmaları bildirilmiş, eğer itaatsiz olanlar olursa onların
cezalandırılması, ancak bu cezalandırmanın başlarındaki Türk amiral
tarafından gerçekleştirilmesini emretmiştir.34
Yazar, daha sonra Hikayat Aceh’de yer alan ve İskender Muda
dönemiyle ilgili olarak diğer bir anlatımı değerlendirir. Buna göre, Rum
Sultanı Muhammed (muhtemelen III. Mehmed) çok ciddi bir hastalığa
yakalanır ve tedavi için kâfur ve yağ bulmak için Açe’ye iki kişilik bir elçilik
heyeti gönderir. Heyet, Yemen üzerinden Açe’ye ulaştığında Sultan İskender
Muda Deli seferindedir. Heyet bir süre beklemek zorunda kalır ve sultan
döndüğünde sarayda büyük bir törenle huzura kabul edilir. İstenilen ilaçları
alıp İstanbul’a döndüğünde heyet, başından geçenleri Sultan Mehmed’e
anlatırlar. Heyet, Açe Sultanı İskender Muda’nın ihtişamını, ülkenin doğal
zenginliklerini ve Mekke’deki Mescid-i Haram kadar olan Açe Ulu
Camisi’nin büyüklüğünü anlatır. Bunun üzerine Sultan Mehmed, eskiden
dünyada iki padişah vardı: Birisi Peygamber Süleyman, diğeri de
Zülkarneyn. Bizim zamanımızda da iki büyük padişah vardır: Batıda Sulan
Mehmed ve doğuda da Sultan İskender Muda. Sultanın huzurunda bulunan
tüm şeyhzadeler, vezirler ve paşaların hepsi bunu duyarlar ve İskender
Muda’nın ünü böylece batıda da yayılır. Yemen Valisi de Medine’deki bazı
âlimler ve şehirde bulunan iki Açeli tüccar vasıtasıyla bu bilgileri teyit
eder.35
Bu hikâyenin yazarına göre, İstanbul’da sadece Açe elçisi beklemez,
Açe’ye giden Osmanlı Türk elçisi de sultanın seferden dönmesi için bir süre
başkentte beklemek zorunda kalmıştır. Nasıl ki Osmanlının gönderdiği
silahlar ve toplar Açe’yi güçlü kıldıysa, Açe’den götürülen yağlar ve ilaçlar
da Osmanlı sultanını sağlığına kavuşturmuştur. Açe sultanının büyüklüğü de
Osmanlı sultanı tarafından teyit edilmiştir.
İkinci bölümün devamında klasik Malay literatüründe en önemli bir
eser olan Hikayat Hang Tuah36 adlı eserde geçen Türklerle ilgili atıflara yer
verilir. Bunlar da, “Hikayat Hang Tuah as a Palimpsest and a Fighter in the
‘War of Books’” (Palimpsest Olarak Hikayat Hang Tuah ve ‘Kitaplar
Savaşı’nda Bir Savaşçı) alt başlığında (s.53-61) söz konusu edilir. Bir
denizci, diplomat ve savaşçı olan Hang Tuah’ın başından geçen olayları ve
onun kahramanlıklarını dile getiren bu hikaye de, Malaka Sultanlığı’nın
(1400-1511) ilk dönemleriyle başlar ve Cohor Sultanlığı ile devam eder.
1641 yılında Cohor ve Hollanda ortak saldırısı neticesinde Malaka’nın
Portekizlilerden tekrar geri alınmasıyla sona erer. Dolayısıyla yazarı
bilinmeyen bu eser, Cohor’da (bugünkü Malezya’da) özellikle daha önceki
Bustanü’s-selâtîn, Hikayat Aceh ve Sejarah Melayu dahil çeşitli
kaynaklardan derlenerek XVII. Yüzyılın ikinci yarısında, yani 1679 yılından
sonraki yıllarda yazıldığı kabul edilir. Bu eserde de Hang Tuah’ın top elde
etmek üzere İstanbul’a elçi olarak gönderilmesi ve şehirde uzun süre saraya
kabulü beklemesi, kabulde yaşananlar ve misyonunu tamamlaması gibi
34 Göksoy, “Ottoman-Aceh Relations as Documented in Turkish Sources”, s.72.
35 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.51-52.
36 Hang Tuah hikayesi çeşitli araştırmacılar tarafından ele alınmıştır. Sulastin Sutrisno,
Hikayat Hang Tuah; Analisa Struktur dan Fungsi, Gadjah Mada University Press,
Yogyakarta, 1983; V. Braginsky, “Hikayat Hang Tuah, Malay Epic and Muslim Mirror;
Some Considerations on its Date, Meaning and Structure”, BKI, No: 146/4, 1990, s.399-
412; G.L. Koster, “Enemies or Relatives; Images of the Portuguese in Hikayat Hang
Tuah”, The Portrayal of Foreigners in Indonesian and Malay Literatures; Essays of the
Ethnic ‘Other’ (eds: V. Braginsky - B. Murtagh), The Edwin Mellen Press,
Lewiston/Queenston/Lampeter, 2007, s. 207-262.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
242
motiflerin hepsi daha önce oluşturulan Açe anlatımlarına dayanmaktadır.
Eserde Malaka/Cohor elçisi Hang Tuah’ın seyahati Açe sultanı Selahaddin
(1530-1539) döneminde gerçekleşir. Dolayısıyla Cohor kültür havzasında
üretilen eser, İstanbul’a seyahati Açe’den daha önceki bir zaman dilimine ve
Açe-Cohor sultanlıkları arasındaki barış dönemine yerleştirir. Hang Tuah
başkanlığındaki 20 kişilik Malaka/Cohor heyeti, önce Mekke’ye ulaşır ve
hac farizasını yaptıktan sonra Mısır’a geçer. Akabinde İstanbul limanında
onları şehbender karşılar ve ardından İbrahim Han adlı bir görevli onları bir
köşke yerleştirir. Şehirde uzunca bir süre bekledikten sonra sarayda huzura
kabul edilir ve sultan onların tüm isteklerini karşılar. Sadece istenilen
topların (yazara göre 800 tane top) verilmesi değil, başa giyilen başlık dâhil
heyete çeşitli kıyafet ve kıymetli hediyeler de verilir. Mihmandar İbrahim
Han heyete İstanbul şehrinin büyüklüğü, özellikle yedi katlı surları ve
kapıları hakkında açıklayıcı bilgi verir:
“Şehrin altı büyük kapısı vardır. Eğer güneşin doğduğu (doğu)
kapıdan girip güneş battığı (batı) kapısından çıkmak için yürümek üç ay
sürer. Aynı şekilde şehrin kara (güney) kapısından deniz (kuzey) kapısına
kadar olan uzaklığı da aynı ölçüdedir. Eğer şehrin etrafında dolaşmak
istersen, bu da 12 ay tutar. İşte şehir bu kadar büyüktür! Yedi katlı şehir
surlarının her bir katmanı da diğerlerinden farklıdır. Bir katmanı siyah
taşlardan, diğer katmanı sarı taşlardan ve diğer katmanı da yeşil renkli
taşlardan yapılmıştır. Hatta bakırdan, şamandıralı çelik ile şamandırasız
çelikten, kurşun ve tenekeden yapılmış duvarlar da vardır. Duvarların bir
katmanı yeşil zümrütlerden ve güneş ışığını yansıtan ve ışıldayan ve
parıldayan sarı ve kırmızı renkli mücevherlerden yapılmıştır. Ve her kapı
diğerlerinden görünüş olarak farklıdır.
Şehrin ortasında geniş bir deniz kadar bir göl vardır. Karşı kıyısında
bir fil ayakta dursa, sen onu diğer kıyısından göremezsin. Ve her çeşit ve cins
balık bu gölde yaşamak için serbest bırakılmıştır. Ayrıca, gölün ortasında
sislerle kaplı çok yüksek bir ada yükselir. Bu adada çok çeşitli bitkiler,
çiçekler ve meyveler yetişir. Böylece, sultan eğlenmek isterse, oraya gitmek
üzere yola çıkar. Gölün kenarında onun için geniş bir ormanlık alan
yapılmıştır ve içine çok sayıda vahşi hayvan serbest bırakılmıştır.
Majesteleri ne zaman ava çıkmak isterse, bu ormana gider.
Ayrıca, gölün doğu kıyısında onun için bir bostan, yani ifade
edilemeyecek güzellikte ve dört yüz kulaç uzunluğunda güzel bir bahçe
yapılmıştır. Bu bahçeye çeşitli çiçekler ve çok farklı meyve ağaçları
dikilmiştir. Majesteleri bu bahçeyi ‘Neşe Parkı’ olarak adlandırır.”37
Yazar, bu tasvirlerin İstanbul’un XVI. ve XVII. Yüzyıllardaki yapısı
ve özelliklerine tam olarak uymadığını ve büyük oranda Hikayat Indraputra
adlı Malayca eserdeki tasvirlerden istifade edilerek uyarlandığını ileri sürer.38
Daha sonra İbrahim Han heyete İstanbul’daki dini, sosyal ve ekonomik
amaçlı yapıların sayısı ve onların bolluğu hakkında bilgi verir:
“İbrahim Han dedi ki: Ey çocuğum Laksamana (Amiral), gerçekten
Rum [İstanbul] muazzam bir şehirdir. İstanbul şehrindeki camilerin sayısı
10.862’dir ve bu şehirdeki pagan tapınaklarının sayısı ise 1.220’dir. Her bir
şehir kapısının önünde bir tane ve arkasında da bir tane olmak üzere iki su
kuyusu vardır. Fakirler için de aynı şekilde sadaka evleri bulunur. Şehirdeki
toplam sadaka evlerinin sayısına gelince, toplam 413 tanedir.
Müslümanların sahip olduğu dükkânların sayısı 650 iken, kafirlerin
dükkanlarının sayısı ise 325’tir. Ve 668 nehir de haliçleriyle birlikte şehrin
ortasından geçerler. Altın dolu depoların sayısı 760 iken, gümüş dolu
olanlarınki ise 1.030’dur. Ayrıca, [İstanbul'da] kalay, bakır, diğer inanılmaz
şeyler ve kumaşlar gibi her türlü tasarıma sahip binlerce dükkân vardır.
Bunlarda değerli kamber, ince kırmızı çuha, figürlü ipek, kadife, halılar,
kilimler ve işlemeli [bezler] bulunur.”39
Eserde daha sonra sultanın divanı ve onun divan toplantılarına
katılmayışı, ancak vezir-i azamın toplantı sonucunu ona rapor etmesi ve
divandaki vezirlerin sayısı gibi hususlara yer verilmiştir. Sultan bazen aile
efradı ile birlikte bahçede üstü hurma dalları ve yapraklarıyla örtülü, içinde
de değerli taşlarla işlenmiş mobilyaların bulunduğu bir çadırda vaktini
geçirir. Takke işlemeciliği ve çiçek satıcılığından kazanç elde ettiğini ifade
eden anlatımlar vardır.40 Sultanın Cuma günü camiye bir Cuma alayı ile
törenle gidişi ve gelişi anlatılmıştır.41
Braginsky kitabının üçüncü ve dördüncü bölümlerini Malay
edebiyatında Türkler ve Türkiye hakkındaki bilgilerin değerlendirmesine
hasretmiştir. Üçüncü bölüm, “Kings of Rum, Their Heirs and Vassals (1):
Turkey in the Dynastic Space of the Malay World and Beyond” (Rum
Kralları, Mirasçıları ve Vasalları (1): Malay Dünyası ve Ötesinin Hanedanlık
Alanında Türkiye) başlığını (s.73-108) taşımaktadır. Bu bölümde XVII. ile
XIX. Yüzyıl başları arasında derlenen Malayca eserlerdeki Rum kralı
(Osmanlı sultanı) ile Minangkabau ve Malay hanedanlık aileleri arasındaki
soy ilişkisi işlenir. Yazarımıza göre, fantastik hikayat türü eserlerde ve bu
dönem Malayca kroniklerde “Raja Rum (Rum Racası)” olarak adlandırılan
Osmanlı sultanı tasavvuri bir karaktere bürünür. Tarihi eserlerde Raca Rum
Malay takımadalarındaki güç ilişkileri sisteminde bir merkez olarak
sunulurken, Malayca fantastik anlatımlarında dostları ve düşmanları olan
tipik bir kahramana dönüşür. Hikayat Indraputra,42 Hikayat Isma Yatim,43
Hikayat Si Miskin44 ve Hikayat Indra Nata45 gibi fantastik macera
anlatımlarını ihtiva eden eserlerde ‘Raca Rum’ farklı imajlarla sunulur. İlk
iki eser XVII. Yüzyıla tarihlenirken, son ikincisi XVIII. Yüzyılda kaleme
alınmıştır. Mesela bunlardan Hikayat Indraputra’da hikâyenin en önemli
şahsiyetlerinden biri olan Raca Nabat Rum Şah, kafir cinlerin ev sahiplerine
karşı savaşan Müslüman cinlerin prensi olarak tasvir edilirken, Hikayat Isma
Yatim’de Raca Rum Safardan adıyla sunulur. Isma Yatim kral tarafından
ordu komutanı atanır ve Rum ülkesine kadar gider ve onun sayesinde kral
Indra Menindra Raca Rum ile elçilik değişimi, hediyeleşmeler ve
mektuplaşmalar yaparlar. Hikayat Si Miskin’de ise, Raca Rum Şah “yaşlı ve
savaş stratejilerinde tecrübeli bir kral ve eğeri altın ve gümüşten
244
mücevherlerle süslenmiş iyi bir at binicisi” olarak tasvir edilir.46 Hikayat
Indra Nata’da da, Raca Rum için “kendi hükmü altında bulunan tüm
hükümdarlara ve tüm yabancı tüccarlara ve gezici dervişlere karşı son derece
adil ve cömert davranan” bir hükümdar profili çizilmiştir. Bu yüzden hepsi
yüce Allah'a dua ederek kralın büyüklüğünü ve parlaklığını artırmıştır.
Büyük kral olan Raca Rum’un ölümüyle oğlu Raca Muda olarak tahta çıkar
ve daha sonra o da Raca Rum olarak anılır. Bu oğul Raca Rum bir gün geyik
avında iken yolunu şaşırır ve ormanlıklar içinde devin saldırısına uğrayan
Malaylı prenses Cendrawati’yi kurtarır ve onunla evlenir. Bu evlilikten de
Indra Nata adında bir oğul doğar. Indra Nata da, daha sonra Ortadoğu’daki
kralların kızları ile evlenir. Raca Rum’un ülkesi çok geniştir ve o halkını
zalimlerin zulmünden, hırsızların yankesiciliğinden ve kötü insanların
iftiralarından korumaktadır. Yabancı tüccarlar bu yüzden Rum ülkesine akın
ederler. Bu ideal toplumsal düzenin garantörü olan Raca Rum, herkese eşit
derecede adil, cömert ve hayırsever davranan bir şahsiyet olarak tanımlanır.47
Üçüncü bölümde ayrıca yazar, “Endülüs'ten Andalas’a: Malay
Kroniklerinin Olağanüstü Raca Rum’u Olarak İskender Zülkarneyn” başlığı
altında Malayca eserlerde geçen İskender Zülkarneyn motifini inceler. Malay
kraliyet hanedanlıklarının atası olarak resmedilen İskender Zülkarneyn, ilk
defa 1436 yılı civarında bir kısmı Malaka’da ve geri kalanı da Cohor’da
derlendiği kabul edilen Sejarah Melayu (Malay Tarihi) adlı Malayca eserde
geçmektedir. Yazar, Sejarah Melayu’nun48 iki farklı neşrine göre, İskender
Zülkarneyn’in nasıl görüldüğünü ve bazı farklılıkları ele almıştır. Hikayeye
göre, Malay dünyasında “İkinci İskender” olarak görülen Raca Suran,
İskender Zülkarneyn’in doğrudan soyundan ve erkek tarafından kesintisiz
olarak gelen bir kraldır. Raca Suran’ın oğlu Sang Sapurba tarafından kurulan
ilk Malay devleti de Palembang'da yer alır. Sang Sapurpa, Palembang -
Tanjung Pura – Minangkabau’da hüküm sürmüş ve onun oğlu Sang Nila
Utama da Singapur-Malaka-Cohor’da ve onun torunları da Cohor’da hüküm
sürmüşlerdir. Dolayısıyla Sejarah Melayu’daki anlatıma göre, Malaka ve
onun devamı olan Cohor ve diğer bazı Malay sultanlarının soyu İskender
Zülkarneyn’e dayandırılır.49
Raca Suran’ın hikâyesinde gökyüzü ve denizler de önemli motifler
arasındadır ve onun hanımlarının bazıları denizlerden gelmektedir. Bunun bir
örneği Borneo/Kalimantan adasındaki başka bir hanedanlıkta da görülür.
Nitekim Hikayat Banjar’da50 da, İskender Zülkarneyn'in göksel bir karısı
varken; danışmanı ve öğretmeni olan Hızır’ın ise suda yaşayan bir karısı
bulunur. İskender’in karısı, daha sonra Prens Suryanata'yı doğurur ve
Hızır’ınki ise Junjung Buih adlı bir kız doğurur ve bunlar uzun zaman sonra
birbirleriyle evlenirler ve Borneo’nun güneyindeki Bancarmasin
hanedanlığını kurarlar.51
Yazar, “Contemplating the Navel of the Earth: From ‘Persian’
Iskandar of Rum to ‘Turkish’ Iskandar of Istanbul and his Minangkabau
Relatives” (Yeryüzünün Göbeğini Düşünmek: ‘İranlı’ Rum İskender'den
46 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.76.
47 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.77-78.
48 Farklı neşirler ve değerlendirmeler için bkz., R.O. Winstedt (ed.), “The Malay Annals or
Sejarah Melayu”, JMBRAS, XVI/3, 1938, s.1-225.
49 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.80-89.
50 J.J. Ras, Hikajat Bandjar; A Study in Malay Historiograph, Nijhoff, ‘s-Gravenhage,
1968.
51 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.86-87 ve dipnot 25.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
245
İstanbullu ‘Türk’ İskender’e ve Onun Minangkabaulu Akrabalarına) başlığı
(s.89-108) altında ise, yazar önce Sumatra’nın batısında yer alan
Minangkabau bölgesindeki Rum Sultanı olarak İskender Zülkarneyn’i ele
alır. Minangkabau sözlü anlatımlarının ve kraliyet şeceresinin bulunduğu
Tambo Minangkabau52 adlı eserdeki İskender Zülkarneyn hikâyesini inceler.
Siyasi mitoloji olarak adlandırdığı bu eserde Zülkarneyn, Hz. Adem’in
çocuklarından biri olarak bir süre gökyüzünde kalır ve sonra dünya
hükümdarı olarak Rum ülkesine iner ve orasını mamur eder. Onun
oğullarından biri de daha sonra Minagkabau hükümdarı olur. Zülkarneyn’in
üç oğlu Okyanus’daki Lankapuri adasında kraliyet tacını elde etmek için
birbirleriyle savaşırlar. Bunlardan en büyüğü daha sonra kuzeye giderek Çin
kralı olurken, ortancası Rum ülkesine gider ve oranın sultanı olur. Rum
Sultanına Mekke ve Medine dâhil 60 büyük ülkenin yöneticisi tabidir.
Mekke ve Medine halkını da bizzat Rum Sultanı gözetir ve besler.53 Hatta
Fransa, İngiltere ve Hollanda da bu Rum Sultanına vergi öderler. Sri
Maharaja Diraja (krallar kralı) lakaplı en küçük oğul ise, Sumatra adasına
gider ve orada Minangkabau krallığını kurar. Zülkarneyn’in kaybolan iki
boynuzlu tacının bir örneğini de bu kral muhafaza eder. Minagkabau siyasi
mitolojisine göre, dünyada üç büyük güç merkezi vardır: Batıda Rum, ortada
Minangkabau ve doğuda da Çin. Minangkabau kralı dindar, cömert, dini ve
dünyayı düşünen, dervişlere ve fakirlere bakan, adil ve bir İslam güneşi
olarak resmedilir. Rum’un, yani İstanbul’un Minangkabau siyasi
mitolojisindeki rolü çok etkileyicidir. Rum ülkesi, okyanusun sularının
çekilmesiyle oluşan ilk kuru toprak parçası ve yeryüzünde Allah'ın halifesi
olan Zülkarneyn’in ikametgâhıdır. Ayrıca güçlü İslam devletinin sultanı olan
Rum sultanı da, İslamiyet’in kutsal şehirleri olan Mekke ve Medine'nin de
koruyucusudur.54 Minagkabau hikâyesinin etkisi, Endonezya’nın
doğusundaki Sumbava adasındaki Bima Sultanlığı’nda da görülür. Nitekim
bu sultanın ataları da dünyadaki ilk sultan olan Zülkarneyn’e ve onun kardeşi
Nebi Hızır’a dayandırılır.55
Kitabın dördüncü bölümü (s.109-154) ise, “Kings of Rum, Their
Heirs and Vassals (2): If Iskandar Zulkarnain of Istanbul is Unavailable, a
Turkish Prince or Nobleman Will Do Nicely” (Rum Kralları, Mirasçıları ve
Vasalları (2): Eğer İstanbullu Zülkarneyn Yoksa Bir Türk Prensi veya
Asilzadesi İşi Güzel Yapar) başlığını taşımaktadır ve üçüncü bölümün
devamı niteliğindedir. Bölgedeki birçok Malay-Endonezya hanedan ailesinin
kurucularının Türk asıllı olduğu yönündeki siyasi mitolojiler vardır. Sulavesi
adasının güneyindeki Buton sultanlığı, Açe’nin iç kesimlerindeki Gayo
ülkesi, Malay yarımadasının batı sahilindeki Kedah sultanlığı ve Sumatra
adasının güneydoğusundaki Cambi (Jambi) sultanlığının kurucuları arasında
hep Türk asıllı kişiler gösterilir. Bu hanedanlıkların ilk kurucuları ya Türk
sultanının oğulları veya prensleri ya da sultanın bağımlı kralları veya
vasalları olarak yer alır.
52 E. Djamaris (ed.), Tambo Minankabau; Suntingan Teks Disertai Analisis Struktur, Balai
Pustaka, Jakarta, 1991.
53 Osmanlı sultanının Mekke ve Medine halkını beslediği hususu, sözlü Açe geleneklerini
ihtiva eden Hikayat Éseutamu (İstanbul) ve Hikayat Meukuta Alam adlı eserlerde de yer
alır. Ayrıca, Açe Sultanı İskender Muda’nın da Osmanlı Sultanına bağlılığının bir
göstergesi olarak Mekke’ye pirinç ve karabiber gönderdiği ifade edilir. Bkz., Braginsky,
The Turkic-Turkish Theme, s.95.
54 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.95-100.
55 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.105.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
246
Yazar, ilk olarak “Harnessing the Forces of Evil: The Turkish
Founder of Kedah’s Dynasty and the Workings of a Fateful Name” (Kötü
Güçleri Yok Etme: Kedah Hanedanı’nın Türk Kurucusu ve Bir Uğursuz
İsmin Çalışmaları) başlığı altında Kedah hikâyesindeki Türk motiflerini ele
alır. Hikâye, XIX. Yüzyılın başlarında derlenen Hikayat Merong
Mahawangsa56 adlı eserde geçer. Gerçek tarihe ait anlatımlar vermesi
açısından oldukça zayıf görülen Kedah hikâyesi, Arapça ve Farsça
hikâyelerden esinlenerek meydana getirilmiştir. Hikâyeye göre, Rum
sultanının vasalı ve yakın arkadaşı olan Merong Mahawangsa, Çin prensesi
ile evlendirmek için gönderdiği sultanın oğluna Çin’e giderken yolda ona
eşlik eder ve bunlar Langkapuri adasında efsanevi Malay kuşu Garuda’nın
saldırısına uğrarlar. Bu evliliği engellemeye çalışan Garuda, evliliğin
gerçekleşeceğine inanan Süleyman peygamberle bahse girer. Gemi
Garuda’nın saldırısına uğradığında sultanın oğlu yaralı olarak kurtulur ve Çin
prensesi ile birlikte Langkapuri adasında buluşurlar. Daha sonra da ona
yardım eden Merong Mahawangsa adlı Malaylı büyük denizci ve
kahramanın oğlu adadan Malay yarımadasına gider ve orada Kedah
hanedanını kurar.57 “İkinci Turan Olarak Kedah” alt başlığı altında yazar,
Merong Mahawangsa’nın daha sonra bu ülkenin adını “Kedah Zamin Turan
(Turan Ülkesi Kedah)” olarak adlandırdığını belirtir. Ancak,
Mahawangsa’nın soyundan gelen Raca Bersiung lakaplı kral ise kibirli ve
zalim kral olarak Kedah Zamin Turan’ı kaosa sürükler ve kendisi de trajik ve
sefil bir sonla hayata veda eder. Şeyh Abdullah Yemenî lakaplı bir
davetçinin Kedah’a gelmesi ve halkı İslam’a döndürmesiyle birlikte ülkeye
bolluk ve bereket gelir.58 Yazar daha sonra Hikayat Merong Mahawangsa’da
tasvir edilen Turan ülkesi ile Hikayat Amir Hamzah adlı hikâye kitabındaki
Turan ülkesi motifini karşılaştırır ve bunların Arapça ve Farsça
anlatımlarından geldiğini vurgular. Firdevsî’nin Şehnamesi dâhil bazı Farsça
klasik eserlerde görüldüğü gibi ‘İran’ iyiliklerin; Türk ülkesi ‘Turan’ ise
daha çok kötülüklerin ülkesi olarak resmedildiği gibi, Malayca Kedah
hikâyesinde de İslam öncesi Kedah benzeri bir üslupla tasvir edilmiştir.
Ancak, hikâyede İslamî dönemde Melik Adil adlı bir hükümdar Türkistan
sultanı olunca aynı topraklar daha olumlu sıfatlarla tanımlanmıştır. Şeyh
Abdullah Yemenî’nin gelişiyle birlikte Kedah da İslamlaşmıştır.59
Aynı bölümde yazar daha sonra Türk kökenli hanedan kurucuların
olduğu söylenen Sumatra adasının güneydoğusundaki Cambi (Jambi)
hikayesine değinir. “Lords of the Jambi Ring: Turkish Ancestors against
Javanese Backgrounds in Minangkabau Frames” (Cambi Halkasının
Efendileri: Minangkabau Çerçevesinde Cavalı Köklere Karşı Türk Atalar) alt
başlığı altında, Silsilah Keturunan Raja Jambi60
ve Hikayat Negeri Jambi61
56 Eserin çeşitli yazarlar tarafından yapılan neşri ve değerlendirmesi için bkz., A.J.
Sturrock (ed.), “Hikayat Marong Maha Wangsa”, JSBRAS, No.72, 1916, s.37-123; R.O.
Winstedt, “The Kedah Annals”, JMBRAS, XVI/2, 1938, s.31-35;Dzulkifli bin
Mohammad Salleh (ed.), Hikayat Merong Mahawangsa, Dewan Bahasa dan Pustaka,
Kuala Lumpur, 1968; Siti Hawa Haji Salleh (ed.), Hikayat Merong Mahawangsa,
Universiti Malaya, Kuala Lumpur, 1991.
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
247
adlı iki eserdeki Türk motiflerini inceler. Bu eserlerdeki Cambi mitolojisine
göre, iki Türk şahsiyet sultanlığın kuruluşunda ortaya çıkar. İstanbul’dan
gelen Türk asıllı bir prens Cambi’de sultanlığın temellerini atar ve onun
Minangkabaulu prensesle evliliğinden doğan oğlu ise bağımsız Cambi
sultanlığının ilk hükümdarı olur. Gerçekte, XIII. Yüzyıldan XVI. yüzyıl
başlarına kadar Cava’daki Macapahitlere bağlı kalan Cambi, bu yüzyıldan
sonra (1640-1666 yılları arasındaki Cava’daki Mataram Sultanlığı’na
bağlılığı dışında) genellikle bağımsız bir sultanlık olarak devam etmiştir.62
Ancak, XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Hollanda işgaline maruz kalan son
bağımsız Cambi Sultanı Taha, askeri yardım almak için İstanbul’a 1857 ve
ölümünden kısa süre önce 1902 ve 1903 yıllarında da heyetler
göndermiştir.63
Cambi hanedanlığındaki Türk ata, ilk defa 1837 tarihli Hikayat
Negeri Jambi adlı bir el yazma eserde zikredilir. Silsilah Keturunan Raja
Jambi adlı eser ise, 1899 yılında Sultan Taha’nın emri üzerine onun evlatlık
oğlu Ngebi Suto Dilago tarafından kaleme alınmıştır. Her iki esere göre,
Cambi hanedanlığının kurucusu Datuk Paduka Berhalo’nun Rum’dan
(Türkiye) gelen ve soyu hem Türk sultanına ve hem de Hz. Peygamber’e
kadar uzanan Zeynelabidin adlı bir seyyidin soyundan gelir. Paduka
Berhalo’nun gemisi rüzgar altı (tahter-rîh) ülkelerinden geçerek Sumatra
adasındaki Cambi’ye ulaşır ve burasını yöneten Minangkabau kralının kızı
Putri Selaro Pinang Masak ile evlenir. Paduka Berhalo, soyunun Türk
sultanına dayandığını gösteren bir şecereyi ve İstanbul’dan getirdiği bir topu
delil olarak gösterir. Böylece bir Türk prensi ile Minangkabaulu bir prensesin
evliliğinden Cambi hanedanlığı doğar. Cambi’deki putları parçalar ve halkını
Müslümanlaştırır. Müslüman tüccarlar Cambi limanını ziyarete başlarlar ve
burası kısa zamanda zenginleşir. Hikayeye göre, Türk asıllı Datuk Paduka
Berhalo’nun Minangkabaulu prenses ile evliliğinden dört çocuk doğar ve
bunlardan Orang Kayo Hitam adındaki oğlu Cambi halkını
Müslümanlaştırarak büyük bir kahraman olur. Nitekim yazar “Orang Kayo
Hitam: the Freedom Fighter, Conqueror of Java and Unifier of the Lowlands
and Uplands of Jambi” (Orang Kayo Hitam: Özgürlük Savaşçısı, Cava Fatihi
ve Canbi’nin Aşağı ve Yukarı Topraklarının Birleştiricisi) olarak tanımladığı
alt başlıkta, onun mücadelesini ele alır. Bir defasında Orang Kayo Hitam
Cava’ya bir bulaşıkçı kılıfı altında gider ve Mataram sarayına kadar girer.
Demirciden sihirli krisi, yani Si Genjai denilen çakıyı elde ederek ülkesine
döner ve Cambi’nin Mataram’a bağlılığını sonlandırır. Diğerinde ise eski
Macapahit kralının kızı ile evlenir ve Cava’daki bazı yerlerin yöneticisi olur.
Daha sonra Paduka Berhalo, Cambi’nin kuzeyinde bulunan Tembesi
topraklarını da Cambi’nin egemenliği altına alır. Yazar akabinde her iki eseri
birbirleriyle mukayese eder ve devamında da Sultan Taha’nın biyografisi
bağlamında sonraki nüshanın farklılıklarına dikkat çeker. Mesela, Hikayat
Negeri Jambi’de Cambi hanedanlığının kurucusu olan Datuk Paduka Berhalo
Türk asıllı bir şahsiyet iken, Silsilah Keturunan Raja Jambi’de o doğrudan
Rum kralının oğlu gösterilir. Sonraki eserde son Cambi Sultanı Taha da ilk
kral Datuk Paduka Berhalo gibi büyük bir kahraman olarak resmedilir.64
248
Eserin son bölümü beşinci bölüm (s. 155-193) olup, bu bölüm “Two
Hundred Years after the First Embassy: Ottoman Turkey, Its Worthless
Western Allies and Russian Enemies – the Worst of the Kāfirs” (İlk
Elçilikten Sonraki İki Yüz Yıl: Osmanlı Türkiyesi, Onun Değersiz Batılı
Müttefikleri ve Rus Düşmanları - Kâfirlerin En Kötüsü) başlığını
taşımaktadır. Bu bölümde müellifimiz Braginsky, XIX. Yüzyıldaki OsmanlıRus savaşlarıyla ilgili Malayca eserlerde işlenen Türk temalarını incelemiştir.
Osmanlı Devleti’nin XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Batılı ülkelerle
karşılaştığı sorunlar ile yine aynı dönemde bölgedeki Açe, Cambi ve diğer
bazı sultanlıkların sömürgeci devletlerle olan problemleri neticesinde
Osmanlı sultanı ve halifesinden yardım talepleri de Malay-Endonezya
edebiyatında yankı bulmuştur. Ayrıca, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında
meydana gelen iki savaşı tasvir eden dört Malayca eser vardır. Bu
savaşlardan ilki Rusya’nın yenildiği 1853-1856 yıllarındaki Kırım Savaşı,
diğeri de Rusya’nın kazandığı ve 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı-Rus
Savaşı’dır. Sonraki savaş Rumî takvime göre 1293 yılına denk geldiği
Türkçe’de yaygın olarak “93 Harbi” olarak tanınmıştır. Bu grupta
değerlendirilen eserlerin yazarları bilgilerini Mısır, Hind, Fars ve İngiliz
gazetelerden elde etmişlerdir. Her ne kadar bunlar daha gerçekçi bilgiler
sunmalarına rağmen, yine de hayal mahsulü bölümler vardır.
Bu tür eserlerin ilki Hikayat Istanbul (İstanbul Hikâyesi)65 adındaki
el yazma eser olup, ilk nüshası 1856 ve sonraki nüshası da 1869 yılına
tarihlenmiştir. Arapça bir eserden tercüme edilerek hazırlandığı söylenen bu
Malayca eser, Açe, Bugi ve Sunda versiyonlarıyla da bölgede yaygınlık
kazandığı vurgulanmıştır. Hikayat Istanbul, Osmanlı Sultanı II. Mahmud ile
başlar ve onun oğulları Abdülaziz ve Abdülmecid ile devam eder. Ancak,
hikâyenin yazarı II. Mahmud’dan sonra yerine geçen sultanın Abdülaziz
olduğunu beyan eder. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyanları bastırması,
İstanbul’da sultanı ziyaret etmekten kaçınması ve kendine buyruk hareketleri
ve sonunda onun İstanbul’da ölümünü (gerçekte ise Mısır’da ölmüştür) konu
edinir. Ardından hikâyede Rusya ile Avrupalı devletler arasında Kudüs’deki
Hıristiyan kilise yönetimlerinin çatışmasıyla ilgili hususlar işlenir ve
Osmanlı-Rus Savaşı’nın çıkışı da bu çatışmaya dayandırılır. Hikâyede
İngiltere, Fransa, Avusturya ve Hollanda kralları Osmanlıya yardım etmek
üzere yola çıkarlar, fakat yoldan geri dönerler. Dolayısıyla, İngiltere ve
Fransa’nın Ruslara karşı Osmanlı Devleti’ne askeri yardımları çok fazla dile
getirilmez. Moskova Racası, yeni Müslüman olan bir Osmanlı vezirine
rüşvet vererek Rusları gizlice Kudüs’e silah dolu sandıklarla gönderir, fakat
güvenilir vezir Reşit Paşa olayın farkına varır ve tüm Rusları geri yollar.
Kırım, Sivastopal, Tuna nehri, Dağıstan ve Kafkasya’daki Osmanlı-Rus
savaşlarının hepsi de Türk askerlerin zaferiyle sonuçlanır. Hatta
Dağıstan’dan Kırım ve ötesine kadar Türk kuvvetleri Ruslara karşı hep zafer
kazanan muzaffer askerler olarak tasvir edilmiştir. Açe’yi tehdit eden
Hollanda da Rusların yanında yer alan düşman bir devlet olarak
gösterilmiştir. En sonunda yenilen ve topraklarını kaybeden Rus çarı da
üzüntüsünden ölmüştür. Ancak, Hikayat İstanbul’da bazı gerçek tarihi
olaylar ve gelişmeler hayal mahsulü senaryolarla zenginleştirerek edebi bir
tarzda ele alınmış ve bazen gerçekle hayal mahsulü olaylar birbiriyle
karıştırılarak sunulmuştur. Mesela, Osmanlı padişahlarının tahta çıkış sırası,
Mehmet Ali Paşa’nın vefatının İstanbul’da gösterilmesi, yardıma gelen
65 Hikayat Istambul, El Yazması, Jakarta, Perpustakaaan Negara, No: Ml 699.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
249
Avrupalı devletlerin Türklere destekten vazgeçmeleri gibi gerçek dışı
gelişmeler vardır. Kudüs’deki Ortadoks ve Katolik Hıristiyan kiliseleri
arasındaki rekabet ve çatışma da, kilise havlusu kavgası şeklinde
yansıtılmıştır. Hikâyede anlatılan Kırım Savaşı sırasında karada ve denizde
yapılan tüm zaferleri Müslüman Türk kuvvetleri kazanmıştır.66
Bu tarzdaki eserlerden diğeri de, Hikayat Perang Setambul (İstanbul
Savaşı’nın Hikâyesi)67 adını taşımakta olup, yine Kırım Savaşı hakkındadır.
Hikâye Kudüs’deki Müslümanlar ile Rus Ortodoks Hıristiyanlar arasındaki
çatışma ile başlar. Kudüslü bir âlim İstanbul’a kadar giderek olayı sultana
anlatır. Hikâyeye göre, bir Rus papazı ve talebeleri Kudüs’e gelip yerleşirler
ve orada kendi kiliselerini inşa ederler. Ancak, ibadet yaparlarken çok
gürültü çıkararak etraftaki Müslüman halkı rahatsız ederler ve bir Cuma
günü karışıklık çıkararak Müslümanlarla çatışırlar. Müslümanlar bu Rus
papazı ve yerleşimcileri kovarlar ve kiliselerini de yağmalarlar. Ancak daha
sonra bu Rus papazı ve talebeleri, silahlı Rus askerlerinin himayesinde ve
Rus çarının bir mektubuyla –ki bu mektup Müslümanların camilerini
yıkmayı ve onların evlerinin yağmalanmasını belirtir- geri döner. Kudüs’te
Müslümanlar ile Ruslar arasında büyük bir çatışma çıkar ve birçok
Müslüman ölür. Müslümanların camileri ve evleri yağmalanır. Bu durumu
öğrenen Osmanlı Sultanı hemen vezirlerini toplar ve Rus Çarına bir mektup
yazar. Mektupta bilinen eski tarihten beri Kudüs’teki Yahudiler, Ermeniler,
İngilizler, Portekizliler, Fransızlar, Yunanlılar ve Rusların barış içinde
yaşadıkları belirtilir ve Çarın tahrikiyle buna uymayan Rusların derhal
Kudüs’ü terk etmeleri istenir. Rus Çarı tehdit içeren cevabi bir mektup
gönderir ve bunun üzerine İstanbul sultanı da ülkesindeki en hızlı giden
gemisini İngiliz Kraliçesi Viktorya’ya ve Fransa Kralı III. Napolyon’a
yardım için gönderir ve sultan gereken yardımı alır. İngiliz askeri
kuvvetlerine Lord Raglan komuta eder ve Ruslara karşı Türk askerlerle
birlikte savaşırlar ve sonunda Kırım’da Ruslar yenilir. Sivastopal kuşatması
ve şehrin alınması hikâyede övünçle anlatılır. Hikâyeye göre, Osmanlı
Devleti ile Rus Çarlığı arasındaki Kırım Savaşı’nın sebebi Kudüs’deki
Müslüman-Rus Hıristiyan çatışmasına dayandırılmıştır. Rus Çarının kibirli
ve tehditkâr tutumu Kudüs’teki çatışmayı körüklerken, Türk Sultanı Hz.
Ömer döneminden itibaren Kudüs’te yaşayan dini topluluklar arasındaki
barışı ve onların dini hürriyetlerini muhafaza etmiştir.68
Yazar, devamında Kırım Savaşı ile ilgili daha ilginç bir eser olan
Hikayat Eseutamu [İstanbul]69 adlı el yazmasını inceler. Şiir tarzında yazılan
bu eser, İstanbul Hikâyesi’nin Açe versiyonu olup, Sultan II. Mahmud ile
başlar ve doğru bir şekilde Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz
dönemleriyle devam eder. Türk sarayındaki bazı entrikalar ve Mısır Valisi
Mehmed Ali Paşa’nın hikâyesinin ardından en büyük ve en güçlü Rus racası
olan Sivastopal racasının Türkiye’ye saldırısına değinir. İstanbul Sultanı
Ruslarla 10 yıl süreyle barış yapar ve bu arada ordusunu kuvvetlendirir. On
yıl sonra Ruslar tekrar saldırır, fakat geri püskürtülür. Sultan tüm Müslüman
kralları İstanbul’a çağırır ve onları büyük bir merasimle karşılar. Bunlar
arasında İran, Kürdistan ve Hindistan şahları, Gucerat, Malabar, Bengal ve
Madras racaları, Moha (Yemen) ve Muskat (Umman) şeyhleri ve hatta
Malay ve Endonezya racaları da vardır. Toplantıda Ruslara saldırı
kararlaştırılır ve sultanın tarafını tutan İngiltere, Fransa, Hollanda, İtalya,
İspanya, Portekiz ve hatta Amerika kralları da ordularını Fransa açıklarında
toplamaya başlarlar. Türk donanması Rus Boğazı’nı kapatan zincirleri kırar
ve ‘Rus kâfirlerin’ gemilerini topa tutar. Denizin rengi kırmızıya boyanır ve
denizdeki balıklar Rus cesetlerini yiyerek bayram ederler. Ruslara karşı kara
savaşları başladığı anda, Hıristiyanların birleşik donanması sultana yardıma
gelir. Müslümanlar birçok kaleyi fethederler ve fetihten sonra kutlamalar
yaparlar. Hıristiyan askerler ise üç ay boyunca savaşmalarına rağmen hiçbir
ilerleme gösteremezler ve Müslümanlardan yardım isterler. Sultan onlara üç
ayda başaramadıklarını bir günde elde edeceğini söyler, fakat Hıristiyan
kumandanlar buna gülüp geçerler. Gece vakti Sultan, Hz. Muhammed’den
kalan türbanını (sarığını) sarar ve uykuya dalar. Rüyasında Sultan Hz.
Peygamberi görür ve O da ona zafer kazanacağını müjdeler. Ardından savaş
tekrar başlar ve Müslümanlar kahramanca savaşırlar, fakat yardıma gelen
Hıristiyan askerler isteksiz davranırlar. Buna çok kızan Müslüman askerler
gevşeklik gösteren Hıristiyan askerlere silah doğrulturlar ve hatta bazılarını
öldürürler. Onlar ise, henüz savaşın başlamadığını zannettiklerini söyleyerek
Sultandan özür dilerler ve Sultan da onları affeder. Sivastopal kralının intihar
ettiğini duyması üzerine Sultan savaşı durdurur ve kralın mirasçısının
büyümesinden sonra savaşı yeniden başlatacağını vaad eder. Fethedilen
yerlere askerlerini yerleştirdikten sonra muzaffer olarak İstanbul’a döner.70
Yazar, daha sonra 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşını
konu edinen Syair Perang Setambul (İstanbul Savaşı’nın Şiiri)71 adlı
manzum tarzda yazılmış bir eseri değerlendirir. Bu Malayca eserin ilk taş
baskısı 1885 yılında yapılmış ve yazarı şiirini gazete haberlerinden okuyarak
oluşturduğunu belirtmiştir. Türkiye (Osmanlı) Sultanı’nın adını önceki
sultanların adında hep ‘Abdül’ ismi olduğu için Sultan Abdülmurad Han
(kısa süreli tahta çıkarılan V. Murad) olarak vermiştir. Türk-Rus savaşının
dini sebeplerden çıktığını ve Rus Çarının Osmanlı Sultanından Sırbistan’a
bağımsızlık vermesi talebini reddettiği için savaşın başladığını vurgulamıştır.
Nazırları tarafından tahttan indirilip öldürülen amcası Abdülaziz’in kötü
durumuna düşme korkusuyla Sultan Abdülmurad, görevinden feragat edip
tahtı cesur kardeşi Abdülhamid’e bırakmıştır. Hıristiyanlara karşı yürütülen
çeşitli savaş sahneleri anlatıldıktan sonra, Plevne kuşatması sırasında
yaşanan kıtlık Türk ordusunda huzursuzluğa yol açar ve bazı Türk paşaları
rüşvet alır ve düşmanla işbirliği yaparlar. Sonuçta Türk ordusu İstanbul’a
doğru geri çekilir ve iki ordu da memleketlerine geri dönerler. Barış
yapılması üzerine de, devlete borç para veren zengin tüccarlar paralarının
hemen geri ödenmesini istemek üzere saraya koşarlar. Müslümanlar savaşı
Allah’ın takdiri öyle olduğu için kaybetmişlerdir. Müslümanların her savaşta
galip olduğu ve savaş meydanında Hıristiyanları utandırdığı eski zamanlar
özlenir. Malaylar’ın Müslümanların halifesi olan Türk sultanına gece ve
251
gündüz her daim dua etmeleri istenir. Ülkeleri Türkiye’den çok uzakta
olduğu için sultana sadece dualarıyla yardım edebilecekleri ifade edilir.72
Braginsky, bu şiirde İstanbul’un ve Osmanlının nasıl resmedildiğini
daha açık bir şekilde göstermek için şiirden bazı pasajları İngilizce’ye
tercüme ederek vermiştir. Örnek olarak aşağıda bu pasajlardan bir
bölümünün Türkçe çevirisini verelim:
“Bu bir hikayedir; bir çeşit hikaye ki,
İstanbul hükümdarını anlatır.
Onun krallığı, tahmin edilemeyecek kadar geniştir.
Diğer birçok kral onunla eşit değildir.
İnsanların bu kral hakkında söyledikleri gibi,
O en büyük ululuktaki bir hükümdardır.
Abdül Murad bu sultanın adıdır,
Derler ki, Kostantiniyye onun başkentidir.
Kral cömert, adil ve cesurdur.
Gerçekten tebaası sayılamaz çokluktadır.
Onun şöhreti uzaklara ve genişliğine yayılmıştır.
En güçlü sultan olarak ünlenmiştir.
Paşaları ve generalleri gerçek kahramanlardır.
Güçlü ve cesurdurlar, zorluklara dayanıklıdırlar,
Veziri odur ki, asil soydan gelir,
Ülkeyi Majestelerinin emirleri üzerine yönetir.
Herkesin bildiği gibi onun şehri çok geniştir,
Tüccarlar ve dükkan sahipleri onun içinde toplanmışlardır.
Onlar çok büyük sayılarda buraya gelmişlerdir ki,
Burası gelişen ve müreffeh bir şehir olmuştur.
Bu zengin tüccarların büyük bir kısmı
Sultanın başkentinde ticaret yapmak için gelirler.
Mağazalarını süsleyen değerli mallar,
Neşeli alıcıları kalabalıklarla çeker.
Uçsuz bucaksız şehrin pürüzsüz sokaklarında,
Atların çektiği birçok araba vardır.
Bu arabalara taçlı sultan,
Müslüman din adamları ve bilginler binerler.”73
Kafkasya cephesinde ordu komutanı olan Gazi Ahmed Muhtar
Paşa’yı ve onun kahramanlığını ve şahsiyetini öven örnek pasajlar da, ileriki
sayfalarda verilmiştir.74 Yazarımız, XIX. Yüzyılın ikinci yarısına ait bu dört
Malayca metinde Osmanlı-Rus savaşları bir tarafta Müslümanlar ve öteki
tarafta Hıristiyan Ruslar olarak iki farklı dini dünyanın çatışması bağlamında
sunulduğunun altını çizer. O, Malayca eserlerde Dârü’l-İslam ve Dârü’l-harb
olarak iki farklı dünya doktrinin ve Allah yolunda savaş olarak cihat fikrinin
kuvvetle desteklendiğini vurgulamıştır. Bazı savaşlar taarruz cihadı, bazıları
ise savunma cihadı olarak tasvir edilmiştir. Mesela, 1877–1878 savaşı
savunma cihadı olarak resmedilmiştir. Eserlerdeki kahramanların çoğunun
gazi ve kutsal bir savaşın kahramanları ve savaşta ölen Müslüman askerler de
şehit olarak değerlendirilmiştir. Rus düşmanlar ise her zaman son derece
tehlikeli ve hain kâfirler olarak resmedilmiş ve metinlerde çoğu zaman “sefil
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
252
bir ırkın ve Tanrı'nın lanetlenmiş kâfirleri” ve “kâfirlerin en sapkını” olarak
adlandırılmıştır. Bu gruptaki eserlerin karakteristik bir özelliği de, savaşların
kutsal savaşlar olarak ve Panislamcı bir yorumla sunulmasıdır. Nitekim
Osmanlı sultanı tüm Müslümanların halifesi olarak verilmiş, Osmanlı
halifesinin ordusu diğer Müslüman sultanların birlikleriyle desteklenmiştir.
Mesela, İstanbul Hikâyesi’nde Osmanlı halifeliğini tehdit eden ‘Rus
kâfirlere’ karşı tüm İslam dünyası tek vücut olup, Arapların, Türklerin ve
diğer Ortadoğu Müslüman toplumların sultanları, İran şahları, Hindistan
racaları, Gucerat, Malabar, Bengal ve Madras hükümdarları ve MalayEndonezya kralları halifenin yardımına koşmuşlardır. Avrupalı devletlerin
askerleri ise, korkak, kararsız ve etkisizdirler. Hıristiyan kralların üç ayda
kazanabilecekleri zaferi, Hz. Muhammed’in halifelik başlığını taşıyan
Osmanlı sultanı ise bir günde elde edebilmiştir.75
Beşinci bölümün devamında “Sultan Abdülhamid versus Perins
Alikjander: Fighters as Strong as Fortresses of Iron and Tests of Laser
Weapons” (Sultan Abdülhamid'e karşı Prens Aleksandır: Demir Kaleleri
Kadar Güçlü Savaşçılar ve Lazer Silah Testleri) alt başlığı altında Hikayat
Peperangan al-Maulana Sultan Istambul (Efendimiz İstanbul Sultanı’nın
Savaş Hikayesi)76 adlı 1877 yılı sonlarında yazılan bir eseri
değerlendirmiştir. Bu eserin el yazma nüshasının Hikayat peperangan almaulana sultan Istambul yang bernama Abd al-Hamid Khan ibn al-marhum
al-maulana Abd al-Majid Khan Ghazi dengan raja Rusyin yang bernama
Perins Alikjander77 adıyla uzunca bir başlığı vardır. Bu el yazmanın katibi,
Muhammed Samman ibn Hacı Muhammed Amin’dir ve eseri Penang
adasında 17 Eylül 1896 tarihinde tamamlamıştır. Ancak, hikâyenin yazarı ve
ilk orijinal nüshanın yazım tarihi bilinmemektedir. El yazmanın bilinmeyen
yazarı, kitabını Mısır, Hindistan, İran ve İngiliz gazetelerindeki haberlerden
derlediğini ve ayrıca 1877 yılında Penang adasını ziyaret eden Ahmed Efendi
adındaki bir Türk’ün sözlü ifadelerine dayandığını belirtmiştir. Braginsky,
eserde ele alınan savaşlar ve gelişmeler dikkate alındığında kitabın
muhtemelen Ağustos veya Eylül 1877 tarihleri arasında yazılmış olması
gerektiğini, çünkü Temmuz 1877 tarihinde geçen bir olaya atıf olduğunu
vurgulamaktadır.78
Eserde Türk ordusunun, özellikle meşhur Şeyh Şamil’in oğlu
Muhammed Şamwilî’nin79 (gerçekte Gazi Mehmed Paşa) komutası altındaki
Kafkas asıllı birliklerin 1877 yılında Kafkasya cephesinde Ruslara karşı
verdiği başarılı zaferleri konu edinmektedir. 1877 yılı sonundan itibaren
Rusların hem Kafkasya’dan Kars’a kadar hem de Avrupa cephesinden
75 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.171-172.
76 Hikayat Peperangan al-Maulana Sultan Istambul, El yazması, Cambridge, Cambridge
Üniversitesi Kütüphanesi, No: Add 3763. Bu eserin kısa İngilizce özeti kitabının Ekler
bölümündeki Ek-4’de (s. 247-256) yer almaktadır. Eserin tam neşri için bkz.,
Kamaruzaman Yusoff (ed.), Hikayat Peperangan antara Sultan Abdul Hamid dengan
Raja Alexander; Satu Kajian Teks, Pusat Penerbitan Universiti, Universiti Teknologi
MARA, Shah Alam, 2009.
77 Elyazmasının Türkçe başlığı “Efendimiz Merhum Abdülmecid Han Gazi’nin Oğlu
Efendimiz İstanbul Sultanı Abdülhamid Han ve Rusların Kralı Prens Aleksandır
Arasındaki Savaşın Hikayesi” anlamına gelmektedir.
78 Braginsky, The Turkic-Turkish Theme, s.174.
79 Eserde Muhammed Şamwili adıyla geçen komutan gerçekte Şeyh Şamil’in oğlu Gazi
Mehmet Paşa’dır. Doksanüç Harbi sırasında Gazi Ahmed Muhtar Paşa’ya bağlı olarak
Kafkas cephesinde birlik komutanlığı yapmış ve savaşta gösterdiği yararlılıktan dolayı
Osmanlı hükümeti tarafından “gazi” unvanıyla taltif edilmiştir.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl:2018/2, Sayı:
41
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
253
İstanbul’a doğru ilerlemeleri eserde yer almaz. Eser her iki devletteki harp
divanında yaşanan tartışmalarla başlar ve Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid ile
Rus Çarı II. Aleksander arasındaki mektuplaşmaları konu edinir. Ahmed
Muhtar Paşa’dan ziyade Çerkez Komutan Muhammed Şamwili ve onun
Fahlun ve Kahlun adlarında hayali iki Arap yardımcısı sayesinde ‘kâfir
Ruslara’ karşı zafer kazanılır.
İstanbul şehri de eserde kısmen söz konusu edilir ve dört güçlü ve
cesur komutandan bahsedilir. Kitabında Braginsky, bunlarla ilgili eserden
kısa bir alıntı vermiştir:
“Halihazırda İstanbul şehrinde dört cesur ve güçlü savaş lideri
vardır. Ve bu dört kahraman demirden yapılmış görünmez kaleler gibidirler.
Onlardan birisi Abdülkerim Paşa adıyla bilinir. Diğeri Redif Paşa, diğeri
Ahmed Muhtar Paşa ve sonuncusu da Şeyh Şamil’in oğlu Muhammed
Şamwili’dir. Ahmed Muhtar Paşa’ya rapor veren birisi de, Fatima Hatun’un
oğlu ve Kürdistan Valisi İsmail Paşa’dır. Bu dört savaş lideri yaşadığı
müddetçe, hiçbir kimse İstanbul şehrini ele geçiremez. Abdülkerim Paşa ve
Redif Paşa, Romanya, Bulgaristan ve Sırbistan krallarının topraklarının
bulunduğu [Avrupa] tarafındaki şehirleri kontrol ederken, Ahmed Muhtar
Paşa, Muhammed Şamwili ve İsmail Paşa Asya tarafında yer alan şehirlerin
hepsini kontrol ederler. Dolayısıyla, İstanbul’u işgal etmeden önce, efendim
siz, İstanbul’u kolayca ele geçirmek için önce bu dört savaş liderini teslim
almanız gerekmektedir.”80
Bir Kürt aşiretinin reisi olarak gösterilen İsmail Paşa eserde fazla rol
almazken, Şeyh Şamil’in oğlu Muhammed Şamwili eserin farklı yerlerinde
sürekli ön plandadır. Bir defasında o bağlı olduğu tarikat şeyhini ziyaret eder
ve ondan sihirli bir kılıç, düşman tarafından hiçbir zaman görülemeyen bir
kürk ve başlık, gece ve gündüz düşman ordusunu kör edebilecek kırmızı ve
yeşil renkli sihirli kristaller alır. Bunlarla düşman askerlerine karşı
olağanüstü başarılar elde eder. Hatta yaralı askerleri tedavi eden İngiliz
doktorlar bile bu kristallerin sihirli etkisine hayret ederler.81 Braginsky, bu
eserin yazarının ilham kaynağının Hikayat Muhammad Hanafiyah adlı
Malayca eser olduğunu, çünkü onda ifade edilen bazı motiflerin
benzerlerinin ve hatta aynısının farklı görevlerle yer aldığını belirtir. Mesela,
gece baskınlarıyla Ruslar’dan silah alan Fahlun ve Kahlun adlı iki Arap
karakteri her iki eserde rol alır. Nitekim yazarı, eseri değerlendirirken “One
More Palimpsest: Muhammad Hanafiyah, Muhammad Shamwili and Their
Companions Through the Prism of Malay ‘Transitional’ Literature” (Bir
Parşömen El Yazması Daha: Muhammed Hanefiyye, Muhammed Şamwili
ve Onların Malayca ‘Geçiş’ Literatürü Prizması Kanalıyla Arkadaşları)
isimli alt başlıkta söz konusu benzerlikleri ele alır. Gazetelerden alınan
gerçek olaylarla ilgili anlatımlar eserin arka planını oluşturur. Gerçek tarihi
şahsiyetler, gerçek yerler ve olaylar, savaşta kullanılan gerçek silah adları,
motorlu gemi ve torpidolar hikâyede yer alır. Ancak gerçek şahsiyetlerle
ilgili abartılı tasvirler ve tanımlamalar, şehirlerin fethiyle alakalı saldırılar
gerçek tarihi gelişmelerden kısmen uzaktır. Haklı olarak Braginsky, eserin
bir tarih kitabı olmamakla birlikte, gerçek olaylardan ilham alınarak Malaylı
Müslüman okuyuculara bir kahramanlık destanı sunmak amacıyla yazılmış
bir eser niteliğinde olduğunu vurgulamıştır.82
Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel Year:2018/2, Number:41
254
Eserde savaşın gerçek kahramanı Gazi Ahmed Muhtar Paşa yerine
Çerkez asıllı Muhammed Şamwili Paşa gösterilmiştir. Braginsky, “Two
Possible Protagonists: Why Muhammad Shamwili and not Gazi Ahmed
Muhtar Pasha?” (İki Muhtemel Kahraman: Niçin Muhammed Şamwili ve
Gazi Ahmed Muhtar Paşa Değil?) alt başlığı altında bunun nedenini Ahmed
Efendi’nin yazara anlattıklarından dolayı olabileceğini veya hakkında hiçbir
şey bilinmeyen Ahmed Efendi’nin onun emri altında savaşmış eski bir
Osmanlı subayı olma ihtimaline bağlamıştır. Ayrıca, hayatının son günlerini
Mekke ve Medine’de geçiren Şeyh Şamil’in hikâyesi hac vasıtasıyla Malaylı
ve Endonezyalı Müslümanlar arasında da meşhur idi. Onun oğlu Muhammed
Şamwili de, toprakları Ruslar tarafından işgal edilmiş yerleri tekrar
fethetmeye çalışan ve Allah yolunda cihad yapan bir kahraman olarak
gösterilmiştir.83 Braginsky, daha sonra eserde işlenen cihad fikrini ele alır ve
Muhammed Şamwili’nin mücadelesinin bir savunma cihadı olarak
sunulduğunu vurgular. İngiltere ve Fransa savaşta Osmanlı Devleti’ni
desteklemelerine rağmen, Ruslara karşı duyulan düşmanca tavır eserde
İngiliz doktorlara karşı da gözlenmektedir. Mesela, bazen İngilizler bilim ve
teknikte ilerlemelerinden gurur duyan ve Allah’ın muhteşem bir şekilde
yarattığı şeylerle rekabet eden “kibirli kâfirler” olarak temsil edilmiştir.84
Eserin sonuç bölümü 16 sayfa (s.195-210) olup, geniş, analitik,
mukayeseli ve muhtevalı bir değerlendirmeye sahiptir. Yazar, ilk önce
Türklerle ilgili temalara ve Türk motiflerine yer veren Malayca eserlerin
esasta dönem itibariyle dört gruba ayrılabileceğini ortaya koymuştur.
Bunlardan ilk grubu oluşturan Malayca eserlerin XIV. Yüzyıl sonu ile XVII.
Yüzyıl ortalarında yazılan ve daha ziyade Arapça ve Farsça eserlerden
tercümeler ve uyarlamalar vasıtasıyla oluşturulduğunu, Malay dünyasının
İslamlaşması ve dini konular üzerine yoğunlaştığını, Türk ve Türkî motifler,
Türkler ve onların karakterleri, Türklerin İslam dünyasına hâkim olmaları
gibi konular işlendiğini vurgular. İkinci gruptaki eserler ise, XVII. Yüzyıl
ortaları ve sonlarına ait olup, kısmen gerçekle kısmen de hayalle karışık
anlatımları, özellikle Osmanlı Devleti’ne gönderilen Açe elçilerinin ve
Açe’ye yapılan askeri ve teknik yardımların etrafında oluşan rivayetleri
ihtiva etmektedir. İstanbul şehri, Boğaziçi ve Marmara denizi tasvirleri,
Osmanlı sultanı ve halifesinin gücü, lada secupak (bir torba biber) hikâyesi,
Türk topları ve ustaları gibi kısmen gerçekçi kısmen de hikayeleşmiş konular
ele alınmıştır. Üçüncü gruptakiler ise, XVII. Yüzyıl ile XIX. Yüzyıl arasında
yazılan eserler olup, ‘Raca Rum’ olarak Osmanlı sultanıyla ilgili fantastik ve
maceracı anlatımlara, Malay hanedanlarının Türk asıllı kurucuları ile ilgili
siyasi mitlere yer verilmiştir. Dördüncü gruptaki eserler de, XIX. Yüzyılın
ikinci yarısındaki Osmanlı-Rus savaşlarını konu edinen manzum ve mensur
eserlerdir. Kudüs’teki kiliseler arası çatışmalar, Osmanlı sarayındaki entrika
ve rekabetler, Sultan ile Çar arasındaki mektuplaşmalar, Osmanlı-Rus
savaşları ve kazanılan zaferler gazete haberlerine ve sözlü anlatımlara dayalı
olarak edebi bir tarzda ele alınmıştır. Sonuç bölümünde ayrıca, eserlerde ele
alınan konuların ve bilgi birikiminin bağlamı üzerinde durulmuş ve bunun
mahalli Malay halkına nasıl hitap ettiği hususundaki değerlendirmelere yer
verilmiştir. Eserlerdeki anlatımlar arasında görülen zaman içerisindeki
benzerlikler ve farklılaşmalar da, mukayeseli bir tarzda kısa örnekler
verilerek gösterilmeye çalışılmış ve yazar tarafından bu unsurlara dikkat
çekilmiştir.
255
Sonuç bölümünden sonra, yazar ayrıca kitabına bir ek bölüm
(postscript) daha ilave etmiş ve bu ek bölümde (s.211-224) ise, önce Perak
şeceresi hakkında XIX. Yüzyıl sonlarında yazılan Malayca literatürün
değerlendirmesini85 ve akabinde de Şeyh Ahmed el-Fatanî’nin Hadîkâtü’lezhâr ve’r-Riyâhîn adlı eserini ele almıştır.86
Kitabın ekler bölümünde (s.227-258) beş tane ek bulunmaktadır: Ek
1’de kitapta alıntı yapılan Malayca ve Açe dilindeki metinlerin orijinallerine
yer verilmiştir.87 Ek 2’de ise Palembang, Singapur, Malaka ve Minangkabau
hanedanlıklarının şecereleri yer alırken,88 Ek 3’de Cava literatüründe Rum ve
Rum Sultanı kelimelerinin kullanımı üzerine bir açıklama notu vardır.89 Ek
4’de Hikayat Peperangan al-Maulana Sultan Istanbul (Efendimiz İstanbul
Sultanı’nın Savaş Hikâyesi) adlı eserin kısa bir özeti verilmiştir. Yukarıda
belirtildiği üzere bu hikâye, Osmanlı- Rus savaşlarını konu edinmektedir.90
Ek’5’de ise, Malay yarımadasındaki Perak hanedanlığının şeceresindeki
Osmanlı Türk etkilerini, yani Perak hanedan şeceresi ile Osmanlı hanedanlığı
şeceresi mukayeseli bir tarzda verilmiştir. Daha doğrusu, bazı farklılıklarla
birlikte Perak hanedan şeceresi ile Türk hanedan şeceresi arasında çok yakın
isim ve unvan benzerlikleri görülür. Nuh’un oğlu Yafes ile başlayan ve
Osmanlıların atası Süleyman Şah’ın oğlu Ertuğrul ile ayrılan Perak
şeceresinde 50 kadar eski Türkçe han ismine yer verilir. Böylece, Osmanlı
Türk hanedanı ile Malay Perak hanedanının ortak atası Ertuğrul’dan itibaren
bu soy ilişkisi, iki hanedan şeklinde devam eder.91
Kitabın bibliyografya kısmında (s. 259-284) önce toplamı sekiz tane
olan elyazmaları ve taş baskı eserlerin künyeleri verilmiş, ardından basılı
kaynaklar soyadına göre alfabetik sırayla kaydedilmiştir. Konuyla ilgili tüm
İngilizce, Hollandaca ve Malayca kaynakları ihtiva eden geniş bir
bibliyografya sunulmuştur. Bibliyografyada araştırma mahsulü az sayıdaki
Rusça, Fransızca ve Almanca kaynaklar da yer almıştır. Yazar, kitabını
karma bir indeks (s.285-303) ile sonlandırmıştır. İndeks, kitapta geçen şahıs
adı, yer adı, kurum adı, terim ve kavramlardan oluşmaktadır.
Sonuç olarak Braginsky’nin kitabı, aynı zamanda Malay
edebiyatında Türklerle ve Türk motifleriyle ilgili olarak yer alan çok zengin
edebi ve tarihi malzemenin olduğunu göstermektedir. Bu kitap,
Braginsky'nin Malay edebiyatındaki ustalığını kanıtlamaktadır. Söz konusu
çalışmaların kapsamlı özetleri ve analizleri, bazı çarpıcı bölümlerinden
yapılan alıntılar, Türk ve Türkî referansların yanı sıra Malayların siyasi ve
fikri ideolojileri ve Türklere karşı bakış açıları gibi pek çok hususa dikkat
çekmiştir. Konuyla ilgili başlıca kaynaklardaki tüm muhtevayı ele alan ve
onların bağlamlarını değerlendiren kapsamlı ve derli toplu bir kitap niteliği
taşımaktadır. Bu değerli ve muhtevalı çalışması nedeniyle Malay ve
Endonezya klasik edebiyatının duayeni olan Vladimir Braginsky’yi bir kez
daha takdir etmek ve bu vesilesiyle ona uzun ve sağlıklı ömürler dilemek
Türkiye: Authorities must end unlawful proceedings against the Istanbul Bar Association 29 Jan 2025 | Advocacy, News istanbul-bar-e1736938363638 The International Commission of Jurists (ICJ) expresses concern over the criminal proceedings initiated against the Istanbul Bar Association, including its President, İbrahim Kaboğlu, and members of its executive board. The ICJ further condemns the detention of Fırat Epözdemir, a member of the executive board, who was arrested upon his return from an advocacy visit to Council of Europe institutions. These actions constitute a direct attack on the independence of the legal profession and the rule of law in Türkiye. The criminal proceedings were initiated following a statement issued by the Istanbul Bar Association on 21 December 2024, which called for an independent investigation into the deaths of journalists Nazım Daştan and Cihan Bilgin, who were killed in northern Syria on 19 December 2024. The statement highlighted concerns regarding the...
Yorumlar
Yorum Gönder