KIPÇAK TÜRK TARİHİ

KIPÇAKLAR VE ANA KIPÇAKÇA* Кыпчаки и пракыпчакский язык Kenesbay MUSAEV (Çev. Elmira BAIMUKHAMBETOVA) Gazi Türkiyat, Bahar 2020/26: 209-227, DOI: 10.34189/gtd.26.012 Çağdaş dönemde Kıpçak adlandırması, ana Türk toplumunun dağılmasından sonra genetik bağları olan Türk halklarının bir kolu için kullanılmaya başlanmıştır. Bu kol ilk başta, Ana Kıpçakça birliği olarak ortaya çıkmıştır. Kıpçaklar, “Kıpçak bozkırında yaşayan, bünyesinde Türk ve Türk olmayan unsurları barındıran halk, boy, kabile” olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda araştırmamızın konusunu Kıpçaklar ve Ana Kıpçakça teşkil etmektedir. Kıpçaklar hakkındaki ilk bilgilere, M.Ö. 201 yılına ait olan Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Kıpçaklar bu kaynaklarda; Kiyuşe, Kinça, Kuça, Hibisa olarak adlandırılmıştır (Kazak Sovyet Entsiklopediyası, 103). Runik harflerle MS 759 yılında III.Türk Kağanlığının kurucusu El-Etmiş Bilge TurAyın için dikilen anıtta, Dokuz Oğuz (Uygur) elinde 500 yıl (Joldasbekov vd. 2005: 15); -yani yaklaşık MS 3. asırdan itibaren- hükümdarlığını sürdürmüş olan Türk Kıpçak boyundan söz edilmektedir. Yazıtta geçen bu ifadeyle, Kıpçakların büyük Türk etnik grubuna ait olduğunun altı çizilmektedir. Bu adlandırmayla Türk birliğinin kastedildiğini düşünmekteyiz. Kıpçak kelimesi, Türklerde ilk olarak ‘birlik’ anlamını karşılamaktaydı. Bu kelime, kıp- “bağlamak, düğümlemek” fiil kökünden türetilmiştir (krş. Kırg. kıpçıy- “sıkı durmak, yapışıp durmak”; Kzk. kıpşa bel ; Kırg. kıpça bel “ince, daralmış bel”; Kzk. kıpı/kıbı “bağ, çekirdek, göbek”). Arap ve Fars yazarlar, Kıpçak birliğine giren bütün kabile ve boyları bu isimle adlandırmışlardır. Bu adlandırma, Sovyetler Birliği döneminde, bu birlikte yer alan Ruslar ve diğer yüzlerce milletin Rus veya aşağılayıcı bir ifade olan Sovok kelimesiyle adlandırılmalarına benzemektedir. Kıpçaklar ve atalarının yaşadığı tüm zamanlarda onların toprakları Altay’dan Tuna’ya, Ural dağlarından Karadeniz’e kadar uzanmaktaydı. Bu topraklar tarihte “Deşt-i Kıpçak” olarak adlandırılmaktadır. * “Kıpçaki i Prakıpçakskiy yazık” Uçenıe zapiski, Tavriçeskogo natsional’nogo universiteta im. V. İ. Vernadskogo Seriya “Filologiya” Tom 20 (59), No. 5, 2007, 5-27. 210 | M u s a y e v / G a z i T ü r k i y a t , B a h a r 2 0 2 0 / 2 6 : 2 0 9 - 2 2 7 Kıpçak kabileleri, hareketli yaşam tarzları sayesinde her zaman büyük topraklara sahip olmuşlardır. Kıpçakların en önem verdikleri hayvan “at” olmuştur. Atlarla ulaşımın hızlı sağlanabilmesi, onlardan yiyecek ve içecek elde edilmesi, güç veren içecek kımızın yapılması ve aynı zamanda giyim ihtiyaçları için derisinin kullanılması, atın önemini ortaya koymaktadır. Herodot’un M.Ö. 5. yüzyılda kaydettiği Kıpçak kabileleri, atalarının at etini yiyecek, kısrağının sütünü içecek olarak kullanmaları gibi birçok geleneği bugüne kadar korumuşlardır. Diğer bilgiler bir kenara bırakılacak olursa bu veriler bile bize İskitlerin birleşiminde, Altay’dan Tuna’ya kadar uzanan topraklarda çok kıymetli kültürel miras bırakan bugünkü Kıpçakların atalarının ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Bugünkü Kıpçak halkının atalarının M.Ö. 5. yüzyıla kadar Doğu Avrupa’da yaşadıklarına dair bilgiye, Herodot’un İskitler ve Erturyalı olarak adlandırdığı halkların kültürlerinin ve hayat tarzlarının anlattığı belgelerde rastlamak mümkündür. Görüleceği üzere bu sorun hâlâ günceldir. Bilim adamları ve küçük burjuvazi tarafından Kıpçaklar için kullanılan “göçebe” ifadesinin yaygınlaşmasının biraz abartıldığını söylemek gerekir. Onlar sadece göçebe değil, aynı zamanda tarım ve zanaatla uğraşan bir toplumdu. Tarihçilerin verdiği bilgilere göre, “Güney Ural’da tarım ve hayvancılığın yayılması-Neolitik dönemde M.Ö. V. ve VI. yy.- nehir ve göl kıyılarındaki yerleşkelerin ortaya çıkmasıyla başlamıştır” (Majitova vd. 1994: 12); “M.Ö. IV. ve V. yüzyıllarda tarım, Orta Asya’da önce Türkmenistan’ın güneyinde, sonra Kopet Dağlarının çevresinde; daha sonra M.Ö. III. yüzyılda Tunç Çağı’nda Kazakistan’ın dağlık ve bozkır bölgelerinde başlamıştır” (İstoriya Kazahstana s Drevneyşih Vremen do Naşih Dney 1993: 17). Kıpçakların mirasçıları bugün de bu adı geçen topraklarda yaşamaktadır. Günümüzde bu topraklarda ülkelerin düzeninde değişiklikler yaşanmakta ve devletleşmeler devam etmektedir. Kıpçak boylarının yaşadığı toprakların genişliği ile ilgili folklorik malzemelerden de çokça bilgi edinmek mümkündür. Kazak folklorunda Barar jeriñ Balkan tav / O da bizdin körgen tav ‘Gittiğiniz yer Balkan dağı / O da bizim gördüğümüz dağ’; Ulıñ Ürimde, Kızıñ Kırımda ‘Oğlun Roma’da (Bizans’ta) Kızın Kırım’da’ gibi cümleler bunun örnekleridir. Meşhur Kıpçak yadigârı Codex Cumanicus, 13. yüzyıl sonunda Kırım’da Latin harfleriyle yazılmıştır. Bu eserin yazılması Kıpçakların, batı ülkeleri için büyük önem taşıdığını göstermektedir. Bu eserde yer alan bilmecelerin birinde Kıpçak ülkesinin yüceliği vurgulanmıştır: Sende, mende yoh, Señir tavda yoh, Kıpçakda yoh. Ol kuş sütdir (Semenova 1990: 202-203). “Sende yok, bende yok, yüksek dağlarda yok, keskin taşlarda yok, Kıpçaklarda bile yok. Cevabı: Kuş sütüdür.” Usun, Saka, İskit, Hun İmparatorluğu, Kanglı, Kıpçak, Kimek, Peçenek, Tork, Avar, “Kara Kalpak” devletleri ve benzeri farklı adlandırmalara sahip halklar ve boyların yaşadığı topraklar binlerce yıl boyunca Kıpçakların yaşam alanı olmuştur. Eski Kıpçak dilini konuşan boylar arasına Kırgız, Kanglı, Kangüy, Alan, Avar, Sarmat, Ası gibi boyları da eklemek mümkündür. Binlerce yıl bu topraklara göç eden farklı K ı p ç a k l a r v e A n a K ı p ç a k ç a | 211 boy ve kabilelerin öğütülmesi, Türkleştirilmesi ve Kıpçaklaştırılması da gerçekleştirilmiştir (Çeçenov 1979: 28). “Kıpçaklar”, “Kimekler”, “Polovetsler”, “Peçenekler”, “Memlükler”, “Moğollar” gibi akraba halkları Kıpçak boyları adı altında bir araya getirmek, dillerine ise Kıpçak dilleri adını vermek mümkündür. Kıpçaklar hakkındaki Kazak şecereleri, doksan iki Kıpçak boyundan söz etmektedir (Kazak Sovyet Entsiklopediyası, 102). Kaşgarlı Mahmud’a göre 9. yüzyılda Kıpçak Federasyonu; Yemek, Suvar, Kanglı, Karabörikti (Karakalpak), Toksaba (Tuhsi), Jete, Börli gibi boylardan oluşmaktaydı. Kaşgarlı’nın bütün boyları yazıya geçirmediği anlaşılmaktadır. Kıpçak kabileleri, tarihte Alban (Alban Kıpçak), Oğuz, Yemek, Suvar, Usun gibi adlarla kaydedilen birçok Türk boyuyla bir arada yaşamıştır. Bunların içinde Kanglı, Alban, Kimek, Toksoba, Usun boylarının Kıpçak genel kavramı altında yer aldıkları görülmektedir. Tarihin farklı dönemlerinde Kıpçaklar kavramı, geniş bir anlam ifade etmektedir. Tarihte Kıpçak adı sıkça Türk adı için de kullanılmıştır. Günümüzde Türkler tarafından Kıpçaklar bir Türk boyudur dendiğinde Kıpçakların Türk halkları ortak etnonimi olarak adlandırdığımız büyük bir halk topluluğunun üyesi olduğu anlaşılmaktadır. Kıpçaklar, Rusya’nın güneyinde, Kafkaslarda ve Kırım’da yaşayan birçok kabileleri egemenliği altına almıştır. 13. yüzyılın başlarında Kıpçak kabileleri, Çin’den Dinyeper’e, Ural Dağlarından Mısır ve Suriye’ye kadar uzanan topraklarda güçlü ve meşhur olmuşlardır; fakat Kıpçakların merkezî idareye sahip bir devleti yoktu; her kabile, komşu halkları kendine tâbi kılarak ayrı ayrı yaşamaktaydı. Kıpçak kabilelerinin, Kıpçak kabile birliklerinin rolünün, Kıpçak medeniyetinin ve Kıpçak dilinin tarihteki değeri yeterince anlaşılamamıştır. Bu durum, konu üzerine hem tarihî hem de çağdaş araştırmaların yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan Avrupa tarihçiliğinde Türklerin medeniyeti ve tarihi küçümsenmiş ve bir Türk fobisi oluşmuştur. Türklerin dünya tarihindeki yerine gerçekçi yaklaşan batılı bilim adamları da olmuştur. Ünlü bilim adamı F. Engels, Türklerin ataları olan Hunların Avrupa kültürüne yaptığı katkıları takdir ederek şunları yazar: “Hunlar, ölmek üzere olan Avrupa’ya yeni hayat veren barbarlar idi” (Marks, 132). J. J. Saunders, Kıpçak ve Oğuz-Selçuklularının Avrupa tarihine yaptığı katkıların Avrupalılar tarafından küçümsendiğini dile getirmiştir: “Asya’nın çehresini değiştiren ve Avrupa’nın geleceğini etkileyen büyük fetihler yapmalarına karşın Selçuklular, batılı tarihçiler tarafından hak ettikleri şekilde değerlendirilmemişlerdir.” (Saunders 1962: 336; Semenova 1990: 3). Türkler, Altay’dan Tuna ve Adriyatik’e kadar uzanan topraklarda eski zamanlardan beri yaşamış ve hâlen de yaşamaya devam etmektedir. Onların içinde en bilinenleri ise M.Ö. 3000’li yıllarda Orta Asya’dan İber Yarımadası’na göç etmiş Etrüskler ve Pelasglardır. Onların bilinen bu göç yollarından daha ileri zamanlarda İskitler, Hunlar, Avarlar, Kumanlar, Peçenekler, yeni yerlere, Balkanlara göç etmiştir. (Ayda 1987: 22-23). Adile Ayda, Etrüsler ve Türklerin dillerine, inançlarına, mitoloji ve 212 | M u s a y e v / G a z i T ü r k i y a t , B a h a r 2 0 2 0 / 2 6 : 2 0 9 - 2 2 7 medeniyetine ait büyük malzemeyi araştırdıktan sonra Etrüsklerin eski Türk kavmi olduğu kanaatine varmıştır (Ayda 1992). Eğer S. A. Starostin’in “Altay dil ailesi Avrasya’nın (özellikle Hint-Avrupa ve Fin-Ugor dil aileleri) birçok dil ailelerinden daha eski” (Starostin 1991: 11) fikrini dikkate alırsak Adile Ayda’nın delillerine şaşırmamak gerekir. Maalesef bunu nesnel bakış açısına sahip bilim adamları ne kadar savunsalar da Avrupa merkezli bilim adamları “Bunun olması mümkün değil!” demeye devam edeceklerdir. Avrupa merkezli bilim adamlarının sayıca fazla olması sebebiyle onların korosunun sesinden diğer nesnel bakış açısına sahip bilim adamlarının sesini duymak zordur. “Orta Asya göçebe halklarıyla, kendi kuzeydoğu sınırlarında temasta bulunan Farslar, hem Asya hem Avrupa göçebe halkları için Saka terimini kullanmıştır” (Alekseyev 2003: 33). Böylelikle Avrasya’da bugün yaşayan Türkler ve Kıpçakların ataları olarak Etrüskler, Sakalar, İskitler, Hunlar ve adında sak kelimesi bulunan Abisak, Mas-sak (Massagetler), Turu-sak (Etrüskler), Kay-sak adlı bütün kabileleri saymak mümkündür. Skif “İskit” kelimesi, Türkçe saka ve eskiden çokluk bildiren +it eklerinden oluşan Yunanca Skithoi kelimesinin Rusça telaffuzudur. Farsların birçok defa İskitler ve Sakalarla -Massaklar/Massagetler- (Kiros, Darius) ile savaşıp yenildikleri tarihî kaynaklardan anlaşılmaktadır; dolayısıyla Sakaları, İran kabilelerinden birisi saymak bilimsel olarak doğru değildir. Kıpçak kabileleri ve halkları geçmişte Türk halklarının büyük bir kısmını oluşturmuş ve bugün de oluşturmaya devam etmektedir. Eski ve Orta Çağ’daki Kıpçaklar, Türk halklarının içinde büyük bir kabileler birliğiydi. Kıpçak kabileleri ilerleyen zamanlarda birkaç grup altında toplanan çağdaş Türk halklarının oluşması için de zemin hazırlamıştır. Karluklar, Özbek ve Uygurların atalarıdır; Oğuzlar, Türkiye Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Türkmenler, Gagavuzlar, Halaçların atalarıdır (Bu etnonim, Kazakların etnik adlandırmalarından biri olan Alaş ile benzerdir); Kıpçakların arasında veya Kıpçaklara komşu olarak yaşamışlardır. Günümüzde dil bakımından farklı kabileler arasında yaşayan Altaylar, Karakalpaklar, Kırgızlar, Tatarlar, Nogaylar, Karaçaylar, Balkarlar, Kumuklar, Kırım Tatarları, Karaimler, Urumlar gibi halkların ataları Kıpçak kabilelerinden ayrılmıştır. Bilim adamları bazen Kıpçakları şartlı olarak ikiye ayırmıştır: 1. “Saf” Kıpçak kabileleri birliği, 2. Karışık Kıpçak kabileleri birliği. Bu tür ayrım, Kıpçak dillerinin özelliklerine göre de yapılmaktadır: 1. Doğu merkezli Kıpçak dilleri, 2. Batı Kıpçak dilleri. Tarihçiler eski Kıpçakların akınlarını ve onların diğer halklarla ilişkilerini ancak Orta Çağ’dan başlatmaktadır; fakat Kıpçakların farklı yönlere doğru gerçekleşen akınlarının çok daha önce başladığını söylemek mümkündür. Arkeologların son K ı p ç a k l a r v e A n a K ı p ç a k ç a | 213 yıllarda Çelyabinsk ve Tümen (“İkinci Troya”) bölgelerinde yaptıkları keşiflere göre; 20. yüzyılın ilk yirmi yılına kadar bu topraklarda hayvancılık yapan Kıpçak kabilelerinin eski medeniyet merkezlerinin oluşumunda yer aldığı düşünülmektedir. Kıpçakların ancak 11. yüzyılda batıya göç ettiği bilgisi, Avrupalı bilim adamları tarafından uydurulmuştur ve aslında “Kavimler Göçü” gibi herhangi bir eleştiriyi kaldıramamaktadır. 11. yüzyıla kadar batıda Kıpçakların ataları yaşamıştır; HintAvrupa dillerinde Türk kökenli kelimelerin bulunması bunun bir ispatıdır. Çağdaş Kıpçakların eski ataları arasında bildiğimiz sadece İskitler ve onların Moğolistan’dan Tuna’ya kadar yayılan medeniyeti, özellikle “İskit sanatı”, “hayvan figürlü İskit altını”dır. Sonraları Hunlar da bu topraklarda yaşamıştır. Batu Han’ın askerlerinin tamamı Moğolistan’dan gelenlerden oluşmamaktaydı; genellikle Kıpçaklardı ve Bulgaristan’a doğru yerli batı Kıpçaklarıyla sayı artmaktaydı. Tarihî araştırmalarda Oğuz kabilelerinin rolünün abartılıp Kıpçaklarla ilgili bilgilerin eksik olması, eski tarihçiler arasında ağırlıklı olarak Türkiye’ye, Osmanlı İmparatorluğu’na, Oğuz grubunun en önemli temsilcisi Türkçeye önem verilmesiyle açıklanmaktadır. Kıpçakların bütün komşu ülkelerle doğuda Çin, güneyde İran, Arap ülkeleri, Avrupa, Bizans ve Kuzey halklarıyla siyasi, idari, askerî, medeni, ticari ilişkileri mevcuttu. Kıpçaklara doğu halkları Kıpçak, Ruslar Polovets, Avrupalılar Kuman, Macarlar Kun ( “harf”> “yazı” > “kitap”. Kuşkusuz, Kıpçak dilleri Ana Kıpçakça döneminden itibaren değişikliklere uğramıştır. Kıpçak dilleri arasındaki geç döneme ait farklar gramer yapısındaki detaylardan ibarettir. Özellikle “küçük ayrıntılar” çağdaş Kıpçak dillerini konuşanlar için belli bir seviyede zorluk çıkarmaktadır. Bu sebeplerden biri de Kıpçak dillerinde kullanılan ayrı ayrı yazı sistemleridir. Yeni dönemde bazı dillerde yapı değişiklikleri meydana gelmiştir. Özellikle bu durum, II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet hükümeti tarafından vatanlarından Orta Asya ve Kazakistan’a göç ettirilmiş Kırım Tatarlarının (1944-1992 tarihleri arasında), Karaçay-Balkarların (1944-1958) dillerinde yaşanmıştır. En çok “milyonluk” halkların dilleri olan Kazakça, Kırgızca, Tatarca ve Başkurtça gibi çağdaş edebî dillerin bünyesinde değişim yaşanmıştır. Çağdaş dünyada iki Kıpçak dili bağımsız ülkelerin dilidir: Kazakistan Cumhuriyetinde Kazakça, Kırgızistan Cumhuriyetinde Kırgızca. Bu durum adı geçen dillerin yapı ve kullanım bakımından gelişmesi için fırsat vermektedir. Türk dillerinin mevcut sınıflandırma sistemlerindeki Kıpçak dillerinin jenealojik sistemi Kıpçak dillerinin büyük kısmının yerini doğru belirtmektedir. Ana Kıpçakça durumundan sonra farklı dönemlerde şimdiki çağdaş Kıpçak dillerinin dört grubunu oluşturan dört kol gelişmiştir. Bu grupların hepsi, içinde bulunduğu dil birliğiyle beraber birbirinden dilbilimsel, tarihî ve sosyolojik özellikleriyle ayrılmaktadır. A) Batı Grubu: 1) Karaimce, 2) Karaçay-Malkarca, 3) Kırım Tatarcası, 4)Kumukça, 5) Urumca. Bu grubun içine şartlı olarak sadece sözvarlığında İbranice kelimelerin bulunmasıyla Kırım Tatarcasından ayrılan Kırımçakların dilini katmak mümkündür. Fakat bazı Türkologlar bu dili bağımsız bir dil olarak kabul etmektedir. B) Kuzey Grubu: 6) Başkurtça, 7) Barabin Tatarcası, 8) Tatarca. C) Merkezî Grup, Kıpçak dillerinin en kalabalık grubu: 9) Astrahan-NogayKaragaşça 10) Alabuga Tatarcası, 11) Kazakça, 12) Karakalpakça, 13) Özbek Kıpçakçası, 14) Nogayca, 15) Yurtov Tatarcası (Astrahan Nogaycası). D) Doğu Grubu: 16) Altayca, 17) Kırgızca Sınırları birbiriyle ilişkili olan bu dört grubun arasında keskin farklar bulunmamaktadır. Çünkü bu gruplar arasındaki sınırlarda geçiş dilleri ve diyalektleri bulunmaktadır. Örneğin, Barabin dilini, kuzey ve merkezî grup arasındaki geçiş dili saymak mümkündür; Nogayca ve Kumukça, Merkezî Kıpçak ve Batı Kıpçak dilleri 224 | M u s a y e v / G a z i T ü r k i y a t , B a h a r 2 0 2 0 / 2 6 : 2 0 9 - 2 2 7 arasında geçiş dilleridir; Kırım Tatarcası ise Merkezî Kıpçak ve Batı Kıpçak dilleri arasında geçiş dilidir. Ana Kıpçakçanın dört gruba dağılma süreci çok eskiden, Hristiyanlık dönemi başlangıcında, Hunlar döneminde ve ayrı ayrı başlamıştı. Büyük ihtimalle içinde Başkurt ve Tatar dillerini barındıran Kuzey-Kıpçak (Bulgar grubu) ilk önce ayrılmıştır. 16. yüzyıldan itibaren bu dilin konuşurları Rus egemenliği altında yaşamaktadır, bu durum adı geçen dillerin söz varlığı, ses bilgisi ve söz diziminde kendi etkisini göstermiştir. Bir sonraki aşamada Kırgızca ve Altaycanın geliştiği Doğu-Kıpçak (Kırgız) kolu ayrılmıştır. Merkezde bulunan diller (Kazakça, Karakalpakça, Nogayca, Astrahan Nogaycasının ait olduğu Kimekler) ve Batı (Kuman: Karaçay-Balkar -kendi aralarında daha geç dönemde ayrılma yaşamıştır-, KırımTatarcası, Kumukça ve Karaimce) dilleri arasındaki ilişki daha uzun süre korunmuştur. Kırım Tatarcası, Kimek özelliğinin Oğuz özelliğiyle karışımını oluşturmaktadır. Anlaşılan o ki, bu karışım daha geç dönemde yaşanmıştır, Osmanlı İmparatorluğu zamanıyla ilişkilidir. Kumukçanın gelişiminde de daha az seviyede olsa da Osmanlı İmparatorluğu döneminden Oğuzca özellikler bulunmaktadır. Karaim dilinin batı diyalektleri son 600 yıl boyunca diğer Kıpçak dillerinden ayrı gelişmiştir, onun doğu diyalekti olan Kırım diyalekti ise her zaman Kırım Tatarcasıyla iç içe gelişmiştir. Yukarıda söylenenlerle birlikte, bu dört Kıpçak dili grubu arasındaki ilişkiler, farklı düzeylerde 18.- 19. yüzyıla kadar; Rusların, bu dilleri konuşanların topraklarını kolonileştirmesi, yerel hayata zorunlu kılması ve mecburi Rusça eğitim almalarını yürürlüğe koymasına kadar korunmuştur. Bütün Kıpçak halkları farklı zamanlarda Ruslar tarafından sömürge altına alınmıştır. Bu, Kıpçak dillerinin hem yapı bakımından hem kullanış bakımından gelişim sürecini etkilemiştir. Kırım Tatarları ve Karaimler, II. Katerina’nın Kırım’ı ele geçirmesiyle 18. yüzyılın sonundan itibaren Rus egemenliği altında kalmıştır. Sadece Karaimlerin bir kısmı (Batı Karaimleri) Litvanya Devleti’nin egemenliği altında kalmış, Rus (Sovyet) egemenliği altında ise kısa bir süre, 1940-1990 yılları arasında kalmıştır. Rus ve Sovyet egemenliği döneminde bütün Kıpçak dilleri Ruslaştırılmaya maruz kalmıştır. Sonraki dönemlerde Kıpçak dillerinin gelişimi, Rusçanın tesiri altında gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Kıpçak dilleri arasındaki dil ve medenî ilişkiler zayıflamıştır. Rusya’ya katılmadan önce Kıpçak dillerinin her grubunun diğer dillerle ilişkileri bulunmaktaydı: a) Türk dilleriyle: Sibirya, Karluk ve Oğuz; b) Türk olmayan dillerle: Moğolca, Çince, Tunguz - Mançu, İran, Sami, Kafkas, Slav, Baltık, Fin - Ugor dilleri. Bu durum, ses bilgisi, söz varlığı ve söz diziminin tarihî gelişimini etkilemiştir. Söz yapımındaki yeni olaylar kelime yapımına işaretlenmiştir. K ı p ç a k l a r v e A n a K ı p ç a k ç a | 225 Bunlarla birlikte, Türk dillerinin merkezinde bulunan Kıpçak dillerinin, Türk dilleri dışındaki dillerle Türk dillerinin kenar bölgelerinde bulunan Oğuz, Sayan - Sibirya, Karluk dillerine nazaran daha az temasta bulunduğunu söylemek gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Güney - Batı’da bulunan bazı Kıpçak dillerinde, Oğuz dillerinin temsilcisi olan edebî Türk dili etkisi olmuştur. Türk dilleri dışındaki dillerle daha uzun süre temasta bulunan dış bölgelerdeki Batı-Kıpçak, Doğu-Kıpçak, Kuzey-Kıpçak dilleri diğerlerine göre daha çok yeniliğe uğramıştır; ama bununla birlikte eski Kıpçak özelliklerini de korumuştur. Ana Türkçe döneminin dağılmasında sonra da Ana Kıpçakça, Türk morfoloji sistemini korumaya devam etmiştir. Orta Çağ dönemi Kıpçak dillerinde (Kuman, Memlûk, Peçenek, Ermeni- Kıpçak eserleri, Karaimce) artık dış tesir ve yazı dilinden kaynaklanan seslerdeki uyumun bozulduğu görülmektedir; fakat morfoloji yapı neredeyse değişmemiştir. Kıpçak dillerinin gelişiminde morfolojideki değişim sürecini tarihlendirmek zordur. Morfolojik yapı sabit ve aynı kalıptadır. Ana Kıpçakça, Son Kıpçakça dönemine kadar Ana Türkçe sistemine özgü morfolojik yapı değişmeden korumuştur. Çağdaş (XIX-XXI. yy.) Kıpçak dilleri, genellikle Ana Kıpçakça döneminin morfolojik yapısını başlıca özellikleriyle korurken, bir taraftan da onlar arasındaki farklılıkları gösteren yeni özellikler de kazanmıştır. Özellikle, Kıpçak dillerindeki eklerin fonetik şekillerinin gelişmesinde Ana Kıpçakça döneminden farklı iki eğilim görülmektedir: a) Fonetik şekillerinin çoğalması. Bu durum Kıpçak dillerinin gelişiminin erken dönemlerine aittir; b) Eklerin fonetik şekillerinin azalması. Bu dönem, Kıpçak dilleri gelişiminin son dönemleri için geçerlidir. Örneğin, çoğul eki, olumsuzluk eki ve diğer eklerin çağdaş dillerdeki şekilleri sekizden ikiye kadar düşmüştür. Çağdaş Kıpçak yazı dilleri ve onların ağızları arasında morfolojik bakımdan çok az fark görülmektedir. Kıpçak dillerinin morfoloji yapısındaki diyalekt özellikleri önemsizdir. Onlar, genelde ayrı ayrı Kıpçak dilleri için iç özelliklerdir. Bu, Kıpçak dillerini diğer Türk dillerinden ayıran özelliktir. Kıpçak dilleri, gramer ve fonetik hadiseler açısından birlik ve tutarlılık göstermektedir. Bunun sebebi, yukarıda anlatılanlarla birlikte, onların, asırlar boyunca Türkçe konuşan topraklarda bulunması ve sürekli birbirleriyle irtibat hâlinde olması, ortak medeniyetlerinin ve ortak folklorlarının bulunmasıdır. Geniş coğrafyada yaşayan Kıpçakların sürekli temas hâlinde bulunmaları, Kıpçak dillerini de birbirleriyle karıştırmıştır. Asırlarca aynı boydan kız alıp kız verme yasağının korunması, diller ve diyalektleri korumuştur. Kıpçak dilleri uzunca bir zaman, ağırlıklı olarak sözlü şekilde yaşamıştır. Mevcut yazının, halkın tamamen eğitimsiz olmasından dolayı dilin yapısına ciddi bir tesiri söz konusu olamamıştır. Ortaya çıkan edebî diller halk dilini, konuşma dilini, zengin 226 | M u s a y e v / G a z i T ü r k i y a t , B a h a r 2 0 2 0 / 2 6 : 2 0 9 - 2 2 7 folklor dilini esas almıştır. Bu sebepten dolayı, mevcut olan edebî diller halk diline (konuşma diline) yakındır. Kıpçak dillerini konuşan halkların büyük kısmının, yazılı Türk edebî dilini bilmemesi veya az kullanması da konuşma dilinin muhafaza edilmesindeki sebeplerden olmuştur. Ana Türkçenin; Ana Kıpçakça (Kuzey-Batı), Ana Oğuzca (Güney-Batı), Ana Karlukça (Güney-Doğu), Ana Hakasçaya (Kuzey-Doğu) ayrıldıktan sonra, onların morfolojik yapısı neredeyse aynı kalmıştır. Anladığımıza göre; Ana Karlukça, Ana Kıpçakça ve Ana Oğuzcanın karışımıdır. Ana Kıpçakçanın morfolojisi, Ana Türkçenin neredeyse tüm özelliklerini korumuştur. Çoğu çağdaş yapım ve çekim ekleri, Ana Türkçe ve Ana Kıpçakçada aynı ve ayrılmamış durumdaydı. Örneğin, fiildeki “-DIk, -AcAk, -GAn” morfemleri hem yapım hem çekim ifade etmektedir. Ana Kıpçakçanın dağılmasından sonra morfolojide yaşanan değişiklikler genellikle isim ve fiil ile ilgilidir (-p ekli geçmiş zaman, -atın ekli sıfat-fiil vd.). Çağdaş Kıpçak dillerini, şeklen gramer yapılarına göre şöyle gruplayabiliriz: 1. Geçmiş zaman ekinin üç şekli bulunan diller. 2. Geçmiş zamanda iki şekli bulunan diller. 3. -aturgan şekli bulunan diller. 4. Bu şekil bulunmayan diller. Morfolojik özellikleri açısından Ana Kıpçakçaya en yakın dili belirtmek zordur. Kıpçak dillerinin bütün gruplarındaki morfolojilerde Ana Kıpçakça özellikler korunmuştur. Aynı zamanda Ana Kıpçakçaya en yakın grup olarak Batı Kıpçak grubunu söylemek mümkündür. Sonuç olarak, Batı Kıpçak-Kumanlarının, büyük temsilcisi ve resmî adı ile “Kırım Tatarları” olan halkın, kendi eski ve güzel Kuman “Kuğu İnsanları” adına tekrar dönebileceklerine; dillerinin ise eskiden olduğu gibi Kuman dili olarak adlandırılabileceğine dikkat çekmek istiyoruz. Rus baskısı altında, düşük eğitimli bürokratların uydurduğu ve halkın kafasını karıştıran “Kırım Tatarları”, “Sibirya Tatarları”, “Litvanya Tatarları”, “Kafkas Ötesi Tatarları” gibi adlandırmalardan arınmak gerekecektir. KAYNAKÇA ALEKSEYEVA, Yu (2003), Koçevniki Evrazii: İstoriya i Arheologiya. Skifı – Aziyatıi Evropeytsı. Zolotıe Oleni Evrazii. SPb. AYDA, Adile (1971), Les Etrusquesétaient-ilsdesTurcs? Paris. AYDA, Adile (1987), Türklerin İlk Ataları, Ankara. AYDA, Adile (1992), Etrüskler (Tursakalar) Türk idiler (İlmi Deliller), Ankara. BARTOLD, W. W. (1963), Turkestan v Epohu Mongolskogo Naşestviya, Soç. T.1. BOROVKOV A. K. (1952), Oçerkipo İstorii Uzbekskogo Yazıka // Sovetskoye Vostokovedeniye, V. K ı p ç a k l a r v e A n a K ı p ç a k ç a | 227 ÇEÇENOV, A. A. (1979), Yazık “Codex Cumanicus” i Ego Otnoşeniye k Sovremennım Zapadno Kıpçakskim Yazıkam, Avtoref. Kand. Diss. DRIMBA, V. (1973), Syntaxe Comane, Bucureşti-Leiden. JANDABEKULI, Z. (2006), Alaş jéne Kazak Halkınıñ Kalıptasuvınıñ Algaşkı Kezeñi. Türkologiya, No 1. JOLDASBEKOV, M.; SARTKOJAULI, K. (2005), Orhon Eskertkişteriniñ Tolık Atlası (Polnıy Atlas Orhonskih Pamyatnikov), Astana. ISMAGULOV, O. (1961), Antropologiçeskiy Tip Tyurkskih Narodov, “Trudı İnstituta İstoriyi, Arheologiyi i Etnografiyi AN Kazahskoy SSR”. T. 12. Istoriya Kazahstana s DrevneyşihVremen do Naşih Dney (Oçerk) (1993), Almatı. Kazak Sovyet Entsiklopediyası (Kazahskaya Sovetskaya Entsiklopediya), T. 7. KIZLASOV, İ. (2004), Osobennosti Protoruniçeskogo Pis’ma. Türkologiya, No 1. KONONOV, A.N. (1980), Grammatika Yazıka Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov VII-IX vv., Leningrad. KOROLKOVA, E. F. (2003), Filippovskiye Kurganı i Zverinıy Stil’. Zolotıye Oleni Evraziyi. SPb. KUUN, G. (1880), Codex Cumanicus Bibliothecae Ad Temlum Divi Marci Venetiarum, Budapestini. MAJİTOVA, N.; SULTANOVA, A. (1994), İstoriya Başkortostana s Drevneyşih Vremen do XVI veka, Ufa. MANSUROĞLU, M. (1952), Calaleddin Rumi’s Türkische Verse. UAJ Bd XXIV. Heft 3-4. MARKS, K.; ENGELS, F. Soçineniya. T. XVI, ç. 1. MOŞKOV, V. A. (1904), Turetskiye Plemenana Balkanskov Poluostrove. “İzvestiya Russkogo Geografiçeskogo Obşestva”. T.10. Vıp.9. – SPb. MUKAŞEVA, R. (2006), Majarstan. Türkologiya, No1. NACIP, E. N. (2004), Kul’tura i Tyurko yazıçnaya Literatura Mamlyukskogo Egipta XIV veka, Turkestan. PONAMAREV, N. (1940), Kuman-Polovtsı. “Vestnik Drevney İstorii”. No 3-4. ROGİNSKİYYA.Ya.; LEVIN, M. G. (1978), Antropologiya. SAUNDERS, J.J. (1962), “The Seljuk Turksand Their Place in History”. History Today. L. Vol. 12. No 56. SEMENOVA, L. A. (1990), İs İstoriyi Srednevekovoy Siriyi. Sel’djukskiy Period. STAROSTİN, S. A. (1991), Altayskaya Problema i Proishojdeniye Yaponskogo Yazıka, Avtoref. Dokt. Dissert. TINIŞPAYEV, M. (1992), Aktaban Şubırındı (Velikiye Bedstviya), Alma-Ata. YARHO, A. İ. (1936), Kratkiy Obzor Antropologiçeskogo İzeçeniya Turetskih Narodnostey SSSR za 10 Let (1924-1934). “Antropologiçeskiy Jurnal”. No 1.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar