DEĞERLİ DOSTLAR YÜCE TÜRK MİLLETİ ((KIPÇAKLAR)KIPÇAK TÜRKLERİ
1-ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ
Türkler, dünyanın en eski ve günümüze kadar varlığını sürdüren
milletlerinden biri olup yaklaşık dört bin yıllık bir tarihe sahiptirler. Tarihçiler, Çin kaynaklarına dayanarak Altay dağlarını Türklerin
anayurdu kabul ederken sanat tarihçileri kuzey-doğu Asya sahasını göstermişler, bazı dil araştırıcıları da Altayların doğusunun veya
Kingan silsilesinin doğu ve batısının Türk anayurdu olması gerektiğini düşünmüşlerdir.1
Orta-Asya’daki anayurttan başlayan sürekli
göç hareketleri, Türklerin aynı zamanda nüfusça kalabalık olduğunu
da gösterir. Türklerin bu nüfus çokluğu ve faal durumları dolayısıyla
dünya tarihinde önemli roller üstlendikleri görülmektedir.
Orta-Asya’nın ve onun devamı olan Güney Doğu Avrupa’nın
bozkırları ile bu bozkırları çevreleyen dağ silsileleri ve bozkırların
kenarındaki dağların etekleri ziraate elverişli olduğu için, buralarda
Türkler çok eskiden beri toprağa bağlanmış ve ilk devlet teşkilatlarını da bu topraklarda oluşturmuşlardır. Geniş bozkırlar ise, daha
ziyade hayvan beslemeğe ve dolayısıyla bozkır hayatına müsait olduğundan bu bölgelerde bu yaşam tarzı kısmen son zamanlara kadar
muhafaza edilmiştir.
İnsanlık tarihinin her sahasında sayısız kültür eserleri ortaya
koyan ve dünyanın bugünkü nizamında etkili bir rol oynamış olan
Türk milleti, bugün de aynı sahayı kendi vatanı olarak muhafaza etmektedir. Zaman zaman kurduğu muazzam imparatorluklar ile bu
sınırların dışına taşan Türk milleti, hayat mücadelesinde bazan bizzat kendi vatanından da bazı parçaları tamamen veya kısmen terketmek mecburiyetinde kalmıştır; örneğin zamanla oralarda kurduğu
devletler ve yarattığı kültür eserleri bakımından Türk tarihinin şanlı
sahifelerini canlandıran batı Moğolistan ile Güney-Doğu Avrupa’nın
Kıpçak bozkırlarının bir kısmı bugün Türk ülkesinin dışında kaldığı
gibi Kuzey Sibirya’da da bugün Türkler ancak azınlık teşkil etmektedirler.
Yaklaşık iki asır Karadeniz’in kuzeyi ve Kuban Kafkas sahasını ellerinde bulundurup Moğol istilasına kadar Avrasya step bölgesine
hükmeden Kıpçaklar, Orta ve Yeni Çağ’ın çeşitli Türk topluluklarının
teşkilatlanmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Çevresinde bulunan Macar, Romen, Bulgar, Rus, Bizans, Gürcü ve Harezmşahlar ile yakın siyasî, iktisadî ve ictimaî ilişkilere girişip bu yerleşik toplumlar
üzerinde önemli etkilerinin olduğu görülmektedir. Ayrıca Deşt-i Kıpçak’ta yaşayanların Kıpçaklaşmasını sağlayan bu boylar, “askerî dağılma” kapsamında Moğol hakimiyeti altında olmayan Hindistan’da
Delhi, Suriye ve Mısır’da ise Memlûk Türk Sultanlıklarının kurulmasına
büyük katkı sağlamışlardır.2
İşgal ettikleri Volga, Don ve Dnyeper gibi o devir ticaret münakalesinin can damarı mesabesinde bulunan bu üç nehri ellerinde tutmaları, Kıpçaklara ayrıca cihan tarihine iştirak hakkını vermiştir. Muhtemelen bu Türk kavmi kadar geniş bir sahayı işgal eden başka bir
Türk boyuna da rastlanmamaktadır.
İşte böylesine önemli bir Türk topluluğunun genel bir tarihi yazılmadığı gibi, dinî tarihi konusuna hiç el atılmamıştır. Şimdiye kadar Kıpçaklar hakkında yazılan yazılarda, ya belli bir bölgedeki Kıpçaklar incelenmiş, ya da Kıpçakların herhangi bir özelliği üzerinde
durulmuştur. Bu nedenle bu Türk topluluğunun dinî tarihini ele alıp
tanıtmaya çalışırken onları genel olarak siyasî tarih ve bazı kültürel
özellikleri bakımından da elimizden geldiği kadar tanıtmaya gayret
edeceğiz.
Öte yandan Kıpçakların siyasî tarihlerinin yanı sıra dinî tarihlerinin araştırılıp ortaya çıkarılmasının önemini vurgulamadan önce,
genel Türk din tarihi hakkında bazı bilgiler vermek istiyoruz.
Türk din tarihi veya Türklerin en eski devirlerinden günümüze
kadar uzanan dinî inanışları, uygulamaları ve yaşayışlarının tarihi,
tüm boyutları ile günümüze kadar bilimsel bir yaklaşımla ele alınarak incelenmiş ve bir senteze erişilmiş değildir. Hatta, özellikle
son bir buçuk asırlık dönem içerisinde Batılı araştırıcıların veya on
ların yolundan gidenlerin dinler tarihi alanındaki eserlerine bakıldığı
zaman, bu alanın en büyük otoritelerinin çalışmalarında bile, Türk
din tarihine ya çok kısa atıflarda bulunulduğu veya hiç temas edilmediği görülmektedir. Bu da Türk din tarihinin, genel dinler tarihi
sistematiği içerisindeki yerini henüz alamadığını, başka bir ifadeyle
layık olduğu ilgiyi göremediğini gösterir. Bunun gerçekleşmesi için
her şeyden önce onun bilimsel altyapısının oluşturulması gerekmektedir. Bu da, önce konunun bilimsel olarak incelenmesine temel
teşkil edecek malzemenin ve verilerin ortaya konulmasına bağlıdır.
Nitekim Batıda modern dinler tarihi ve hatta genel olarak din bilimlerinin gelişmesi, böylesine bir altyapının kurulması ve bunun için
de öncelikle dünyanın çeşitli yerlerindeki kültürler ve toplumların
dinî inanış ve uygulamalarına ait monoğrafik gözlem ve derlemelerin filoloji, etnoloji, antropoloji, folklor, tarih, sosyoloji, psikoloji ve
arkeoloji vs. bilimlerin işbirliği sonucu ortaya konulmasıyla başlamış
bulunmaktadır. Ancak, gerçekte bu durum, dinler tarihi bilim dalı da
dahil olmak üzere son birkaç yüzyılın içerisinde din sosyolojisi, din
psikolojisi, din fenomenolojisi, dinî antropoloji ve etnoloji gibi çeşitli bilim ve disiplinlerin yer aldığı, modern din bilimlerinin gelişmesi
için varit değildir. Zira hemen hemen bütün toplumlarda ve tarihin
her döneminde, tüm bilimlerin gelişmesi ve büyük hamleler yapması, öncelikle bu şekildeki bir temel altyapının ve bu amaca yönelik bir
ortamın oluşumunun bir sonucu olagelmiştir.3
Bu altyapı yetersizliği ve bunu sağlayacak ortamın oluşmamış
bulunması olgusu, kanaatimizce ülkemizdeki Türk din tarihi konusundaki bilimsel deneme ve gayretlerin kaderini de belirlemiş
görünmektedir. Bilindiği üzere, bu konudaki ilk ciddi teşebbüs,
XX.yüzyılın başında kendisini sosyolojiye vermiş ve Türk tarihi ve
toplumunun sosyolojisini gerçekleştirmeyi amaçlamış bulunan Ziya
Gökalp’ten gelmiştir.4
Onun bu samimi gayreti, sosyoloji biliminin
ülkemizdeki yeniliğinin yanı sıra Türk din tarihinin sözünü ettiğimiz bu temel altyapı eksikliğini de ciddi biçimde göz önüne sermiş
bulunmaktadır.A-Kıpçak ve Kuman Kelimeleri
1- KIPÇAK KELİMESİ
Kıpçak, bir Türk kavmi ve bu kavmin rehberliği altında kurulan
kavimler birliğinin adıdır. Kelimenin asıl şekli Kıvcak (Kıpçak) olup
daha sonraları seslerin değişmesiyle Kıfçak, Hıfçak; Hıfçah şekillerinde söylenmiştir. Uygur vesikalarında bir şahıs adı olarak geçen bu
kelime, Mahmud Kaşgarî’de Kıvcak şeklinde geçmekte ve şu anlamlara gelmektedir:1
1. Türklerden büyük bir bölük,
2. Bu bölüğün oturduğu bölge,
3. Kaşgar yakınında bir yer adı.
Kutadgu Bilig’de bu kelime dört yerde geçmektedir.2
Radloff’un
da işaret ettiği gibi burada bu kelime “kovı” kelimesi ile birlikte
geçtiği için bu iki kelime arasında bir yakınlık düşünülebilir. Halk
inanışlarında da Kıpçak kelimesi kovı veya kovuk kelimeleri ile birleştirilmektedir.3
Örneğin Oğuz Destanı’na göre, Oğuz Kağan’ın “İt
Barak” ülkesini fethi esnasında beylerinden birinin karısı hamile kalmış, kocası da savaşta öldürülmüştü. Bu savaş yerinde kadının doğumu yaklaşınca yakınlardaki içi oyulmuş olan bir ağacın içinde çocuğunu doğurdu. Durum Oğuz Kağan’a intikal ettirilince, Kağan ona
Türk dilinde içi çürümüş ve oyulmuş ağaç anlamına gelen Kıpçak
adını koydu.4
İranlı Tarihçi Reşidüddin Câmiü’t-Tevârih adlı eserinde
Kıpçak/kıwcak adını çürümüş, yıpranmış bir ağaç kovuğu şeklinde
açıklayarak Kutadgu Bilig ve efsanelerde geçen anlamları teyid etmiştir.5
Ahmed Rıfat ise Kıpçak kelimesini bir kavim adı şeklinde değerlendirerek şöyle tarif etmiştir: “Kazan, Volga ve Don nehirleri ile
Kırım havalisinde Cengizoğullarının bir şubesini oluşturan hükümete veya orduda bulunan tatar kavimlere verilen isimdir.”6
Rasovsky
de Kıpçak kelimesini bir Türk kavmi olan Kimekler’in bir kabilesinin
ismi olarak değerlendirmiş ve zamanla bu kelimenin bütün Kimekler’e şamil olduğunu belirtmiştir.7
Kıpçak Türkleri’nin önem arz eden bir özelliği, tarihleri boyunca
bu kavmi tanımlamak için bir çok adın kullanılmış olmasıdır. Pritsak, analiz amacıyla bunları “yerli adlar” ve “yabancı adlar” olmak üzere iki sınıfa ayırmıştır.
Yerli adlar:
1. Kıpçak:
a. Müslümanlar ve İslâmî tarih ve coğrafya edebiyatında kullanılmıştır. (VIII.yy’dan itibaren başlamıştır)
b. 1240 yıllarında Moğol metinlerinde geçmektedir. Moğollar
Türklerden almıştır.
c. XIII.yy’dan itibaren Çin metinlerinde görülmektedir. Çinlilere
muhtemelen Moğollardan geçmiştir.
2. Kuman: Takriben 1080 yıllarından başlayarak genellikle Bizans yazarları tarafından kullanılmıştır.
3. Kun: Bu Macarlar’ın Polovetsler için kullandığı addır. 1086’dan
itibaren kullanılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar