KURTULUŞ SAVAŞINDAN CUMHURİYETE
1
Cumhuriyet, Osmanlı’dan miras kalan bir yapı üzerine inşa edilmiş bir rejim olarak
doğdu. Eski algı ve duruşları yıkmak, yüzyıllardır toplumun benliğine işlemiş fikirleri söküp
atmak kolay olmadı. Rejimin ne olduğu halka ve halkın nabzını tutan kişiliklere tam olarak
anlatılmalı ve yapılması gereken her şey, onlar tarafından da içselleştirilmeliydi. Cumhuriyet
rejimi bir takım çevreler tarafından tam olarak algılanmasına algılanmıştı, ancak öyle kişiler
vardı ki onların Cumhuriyet rejimini algılayıp içselleştirmeleri işleri daha da kolaylaştıracaktı.
Ancak düşünülen gerçeğe dönüşmedi. Yıllarca aynı dava uğruna savaşmış olan Paşalar,
siyasal arenada aynı davanın savunucusu olamadılar. Ayrılık çanları her devrim sonrası gibi
onlar için de çalacaktı. Buna rağmen devrimler tüm hızıyla gerçekleşme dinamizmini içinde
barındırdı
Giriş
Cumhuriyet, Türkçeye Arapçadan girmiş bir sözcüktür. Arapçada bu
kavram “halk”, “büyük kalabalık” anlamında kullanılır. Cumhuriyet kavramının
tüm dünyaya yayılmasına kaynaklık eden Fransa’daki Fransızca karşılığı ise “La
Republique”dir. İngilizce karşılığı olarak “The Republic” olarak kullanılan bu kavram
Latince’de “Res Publica” kelimesinden türemiştir1
.
Cumhuriyet sözcüğünü ona yüklenmiş bir rejim arka planıyla ortaya koymak
için ise dar ve geniş anlamda bu kavramı açmak yerinde olacaktır. Cumhuriyet
rejimi dar anlamda ele alındığında Monarşi’nin karşıtı olarak tanımlanabilir.
Monarşilerde devlet başkanlığı, babadan oğula veraset yoluyla sürüp gider.
Cumhuriyet’te ise, Monarşi’nin karşıtı olarak, devlet başkanlığı herhangi bir veraset
bağına dayanmadan her yurttaşın -doğal hakkı olarak- seçilebileceği bir rejim olarak
görülür. Egemenliği, zümreye ya da kişiye ait olan bir güç olarak değil de, toplumun
tümüne ait olan bir güç olarak ele alır. Başta devlet başkanı olmak üzere, devletin
başlıca temel organlarının seçim ilkesine göre kurulmuş olduğu; ayrıca bunların
hiçbir şekilde veraset ilkesine dayanmadığı bir hükümet biçimi olarak kabul görür2
.
Cumhuriyet rejimini geniş anlamda ele aldığımızda ise, yukarıda saydığımız
özellikler kısır kalır. Cumhuriyet’in geniş anlamdaki tanımında daha çok demokrasi
hedef alınır. Cumhuriyet’in sadece Monarşi’nin karşıtı olarak tanımlanması,
özü bağlamında Cumhuriyet rejimini etkisiz kılar. Demokrasiye dayanmayan
Cumhuriyetler de, bu anlamda ele alındığında, Monarşilerde olduğu gibi despot
bir yönetim aracı olarak varlık gösterebilir3
. Dolayısıyla Monarşi’ye dayalı bir
hükümet şeklinde Demokrasi’ye dönük çok daha fazla uygulamalar yer alacağı
gibi; Cumhuriyet gibi bir rejimde -tam tersi olarak- otoriteye dayalı, Demokratik
olmayan, insan hak ve özgürlüklerinin son derece kısıtlı olduğu bir hükümet var
edilebilir. Doğal olarak; Demokrasi’ye dayanmayan bir Cumhuriyet rejiminin;
ortaya çıkma amacına ters bir istikamette hükümet ettiği anlamına gelir.
Türk Devrimi’nin önderi sıfatıyla ortaya çıkan ve Monarşi’ye dair ne kadar
kurum varsa her birini tek tek ortadan kaldıran Mustafa Kemal de; yukarıda dar ve
geniş anlamıyla ele aldığımız Cumhuriyet rejimini, dar kalıpta değil, geniş kalıpta
ele almış ve Cumhuriyet’ten ne anlaşılması gerektiğini Medeni Bilgiler adlı kitabıyla
ortaya koymuştur. O, Cumhuriyet rejiminin tanımını yaparken; onu Demokrasi’den
uzak bir rejim olarak görmemiş ve mihenk taşı olarak Demokrasi içerisinde ele
almıştır. Onun gözünde Demokrasi ve Cumhuriyet öz itibariyle birbirinin aynıdır.
O Cumhuriyet’i
dereceleri, ülküsünün uygulanmasında büsbütün ülküden yoksunluğu gerektirebilecek
ihtiyatsızlıklardan sakınmayı gerektirir. Bundan dolayı demokrasi prensibinin en çağdaş ve
mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli cumhuriyettir”4
 diyerek ifade eder.
Milli egemenliği Cumhuriyet’in temeli olarak görüp, Türk Milleti’ne,
bu hükümet şeklini uygun gören Mustafa Kemal, Milli Egemenliği de şu şekilde
tanımlar:
“Milli egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar
yanar, taç sahipleri mahvolur. Milletlerin tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta
yıkılmaya mahkûmdur5
.”
Mustafa Kemal, Osmanlı’nın yıkımı üzerinden hayat verdiği Türk
Milleti’ne, teokratik yapıyı da üzerine alan Monarşik sistemi uygun bulmayarak
“Türk milletinin tabiat ve adetlerine en uygun idare, Cumhuriyet idaresidir6
” algısıyla,
Türk milletinin üzerine kâbus gibi çöken saltanatı her türlü zorluğa karşı yok edip
Cumhuriyet sistemini Türk milletinin yeni rejimi olarak hayata geçirmiştir. Türk
Kurtuluş Savaşı sonucunda ortaya çıkabilen Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in de
söylediği gibi, en büyük eser olarak görülür. Ve kanla, irfanla kurulduğu Mustafa
Kemal tarafından sürekli tekrarlanır7
.
Cumhuriyet’in İlanı ve Muhalif Yapı
Milli Mücadele’nin kazanılmasını takiben yeni kurulan Türk Devleti’nin en
önemli sorunlarından biri, Osmanlı Devleti’nden miras kalan Saltanat makamıydı.
Saltanat’ın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasının ardından ise, Meclis’te ve Meclis
dışında yaşanan ikinci kriz Cumhuriyet’in ilan edilmesi mevzusudur. Rejiminin ne
olduğu tam olarak bilinmeyen bir yapının ortaya çıkmış olması, köklü devrimlerin
yaşanması konusunda sağlam adımların atılmasını da beraberinde getirmiştir.
Ancak bu dönemde hem Meclis’teki ikinci grup taraftarları hem de eski İttihat ve
Terakki Cemiyeti içerisinde yer almış kişilerin muhalif hareketleri ortaya çıkmıştır.
Ayrıca Cumhuriyet’in ilanı konusunda Mustafa Kemal ile yakın dava arkadaşları
arasında kesin ayrılıklar da, bu dönemde tam olarak ortaya serilmiştir.
Ulusal hareketin en başında yer alan Kazım Karabekir Paşa, Rauf (Orbay)
Bey, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Paşa (Bele) gibi önemli kişiler, yeri geldiğinde
Mustafa Kemal’e muhalefet edebilecek dirayette kişiliklerdi. Daha sonra ise Mustafa
Kemal’in etrafına, ona tam tamına bağlılık göstererek sadakat içerisinde olacak
yeni isimler katıldı. Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Recep Peker, İsmet İnönü ve Yunus
Nadi (Abalıoğlu) olarak sayabileceğimiz bu isimler, Mustafa Kemal’in çevresinde ve
yakınında yer aldıkça, diğer liderler kendilerinin dışlandığı sonucunu çıkarıyor ve
yavaş yavaş süreçten geriye itildikleri kanısına varıyorlardı
ve bunun tersine, çoğu zaman siyasal süreçten ve karar alma mekanizmalarından
dışlanmışlıkla karşı karşıya geldikleri savını ortaya atıyorlardı9
. Bu da doğal
olarak Mustafa Kemal’e karşı muhalif hareketlerin çoğalmasına sebep oluyor
ve eski arkadaşların arasına bir takım ayrılıklar giriyordu10. Mustafa Kemal’in
Milli Mücadele’yi birlikte gerçekleştirdiği arkadaşlarına daha sonradan yapacağı
devrimler konusunda yeterince bilgi aktarımı yapmayışının ve birlikte hareket
etmek gibi bir yöntemden uzak durmasının nedeni olarak, yapılacak olan inkılaplara
karşı çıkılabileceği düşüncesini ortada bir tehdit olarak görmesindendir. Yukarıda
adını saydığımız kişilerin muhaliflikleri söz konusu olduğunda ve en az Mustafa
Kemal kadar saygınlıkları da göz önünde bulundurulduğunda, Mustafa Kemal’in
neden bu yolu seçtiği rahatlıkla anlaşılabilir11. Paşalar arasında yaşanan ayrılıklar;
hem siyasal süreçte yaşanan ayrılıklar hem de kişisel husumetler sebebiyle yaşanan
ayrışmalardı. Ortaya çıkan bu durum, aslında çoğu ihtilâlde yaşanmıştır. İhtilâller
tarihi göz önüne alındığında her ihtilalin hazırlık aşaması; birlik, beraberlik
içerisinde geçer. İhtilal yapılıp ülkenin inşası tasarılarına geçildiğinde ise, ihtilali
yapanlar arasında fikir ayrılıkları cereyan eder ve en sonunda da ihtilal bir şekilde
kendi yavrularını yer. Bu, tarihsel yaşanmışlıklar bağlamında normal olarak
değerlendirilen bir durumdur12.
Cumhuriyet’in ilan edilmesi meselesine gelindiğinde, bu hükümet şekli
Mustafa Kemal’in çok öncelerden itibaren aklında olan bir yönetim şekliydi.
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında Türkiye için en uygun
rejimin Cumhuriyet olduğuna karar verdiği bilinir. O, Türk vatandaşlarında
mevcut olup, asırlardır geliştiremedikleri büyük kabiliyetlerin ve potansiyellerin,
Cumhuriyet ile yeşereceğine inanmıştır13. Milli mücadeleye başladığı günlerde dahi
bu konu hakkında yakın arkadaşlarına konuşmuş; hatta -Erzurum Kongresi’nden
9 A.g.e., s.206; Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in ilanı öncesi Ankara’daki bütün arkadaşlarını
çağırıp görüşme lüzumunda bulunmamıştır. Mustafa Kemal, tüm arkadaşlarının kendisi gibi
düşündüklerini söyleyerek, Ankara’da bulunmayan kişilerin yetkileri olmadıkları halde haber
verilmeden ve rızaları alınmadan Cumhuriyet’in ilan edilmiş olmasına gücenmelerine ve onlardan
ayrılma nedeni saymalarına bir anlamda tepki göstermiştir. Bkz: Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk:
1919-1927, AAM Yay., Ankara, 2006, s.543.
10 Kazım Karabekir, Ali Fuat ve Rauf Bey gibi Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları, Mustafa Kemal’in
etrafında “tufeyli” (dalkavuk, asalak) adını verdikleri bir takım çıkarcı kimselerin toplanmasından
şikâyetçidirler. Bunlar Paşalara göre Milli Mücadele yıllarında hiç görünmemişler, ancak
zafer kazanıldıktan sonra ortaya çıkan nimetlerden faydalanmak üzere meydana çıkmışlardır.
Paşalara göre Mustafa Kemal bu tufeylileri çevresinden uzaklaştırmalı ve eski Milli Mücadele
arkadaşlarıyla el ele vermeliydi. Bkz: Vahdettin Engin, Hesaplaşma -Atatürk ve Muhalefet Arasındaki
İktidar Mücadelesinde Son Hamle: İzmir Suikasti-, Yeditepe Yay., İstanbul, 2011, s.22; Örneğin Kazım
Karabekir Mustafa Kemal’le aralarına giren bu kişilerle ilgili olarak şunları söylüyor: “…Sadece
memleket ve millet sevgisiyle birbirimize canla, başla bağlı olarak yaptığımız hürriyet ve istiklal savaşı
esnasında adları sanları duyulmamış bir takım cılız ve menfi ruhlu tufeylilerin mantar gibi biterek, araya
girişleri ile yarattıkları ayrılık havasında, Milli Mücadele günlerine ait birçok gerçeklerin örtbas edilmek
istendiği görülüyor…”. Bkz: Feridun Kandemir, Kazım Karabekir’in Yakılan Hatıraları Meselesinin

önce- 20 Temmuz 1335 (1919) de Mazhar Müfit’in “Milli mücadelenin muvaffakiyete
ulaştığı takdirde hükümet şekli olarak ne düşünüyorsunuz?” sorusuna: “Şekli hükümet
zamanı geldiğinde Cumhuriyet olacaktır” yanıtını vermiştir. Ancak bu düşüncesinin
o an için gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bildiği için de Mazhar Müfit’ten
bu konu hakkında kimseye bahsetmemesi telkininde bulunmuştur14. Şimdilik
izlenilecek yöntemde zamanın olgunlaşmasını beklemek, uygulanacak politikaları
evrelere ayırmak ve tüm bunları da ulusal bir sır olarak saklamanın şart olduğunu
düşünüyordu. Sonunda, şartlar olgunlaştığında tüm planlar gerçekleştirilecekti ve
de öyle oldu. İlk olarak Amasya Genelgesi’nde “Milletin azim ve kararı”, ardından
Erzurum Kongresi’nde “Milli iradenin hâkim kılınması”, Sivas’ta ise milli iradenin
hâkim kılınmasının ve halkın azim ve kararlılığının ülke geneline yaygınlaştırılması
ifadeleri kullanılmaya başlandı. İngiliz Yüksek Komiseri Sir J. de Robeck’in de
sezinlediği gibi bir Anadolu Cumhuriyeti’ne doğru hızla gidildiğinin sinyalleri
veriliyordu15. Meclis açıldığında M. Kemal’in “hükümet teşkilinin zorunlu olduğunu,
geçici olmak kaydıyla bir devlet reisi tanımak ya da bir Padişah kaymakamı ihdas etmenin
gerekli olmadığını, TBMM üzerinde başka bir kuvvetin mevcut bulunmadığını ve
TBMM’nin yasamaya ve yürütmeye ilişkin salahiyetleri kendi bünyesinde toplayacağını16”
belirttiği takriri, bu esaslara dayanan hükümet şeklinin Halk Cumhuriyeti’nden
başka bir şey olamayacağını ortaya seriyordu. Bu dönemde “Cumhurreissiz bir
Cumhuriyet” yönetimi yaşanmıştır denebilir. Saltanatın kaldırılmasından itibaren
ise Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilan olunacağı günü sabırsızlıkla bekledi ve
hükümette bulunan kişilerin tam olarak kendi inandığı ve güvendiği kişilerden
oluştuğu bir yapı ortaya koymaya çalıştı. Bunu başardığında da Cumhuriyet’in ilanı
gerçekleştirildi.
Ancak, Rauf Orbay’ın Meclis İkinci Başkanı, Sabit Sağıroğlu’nun da Dâhiliye
Nezareti’nde bulunuyor olması Mustafa Kemal’de tedirginlik yaratmaktaydı. Sabit
Bey İttihat ve Terakki’nin yönetimde olduğu dönemde valilik yapmış bir kişiydi.
Ve Mustafa Kemal milli mücadelenin İttihatçılara mal edilmemesi için azami
çaba harcamıştı. Bu sıralarda da İstanbul’da “İttihatçılar yeniden iktidara geliyorlar”
denerek propagandalar yapılıyordu. Bu açıdan Mustafa Kemal Sabit Bey’in Dâhiliye
Vekili olmasına karşı çıktı17. Mustafa Kemal bu tedirginliğini gidermek üzere yeni
bir kabinenin kurulması gerekliliği kararına vardı ve Ali Fethi Bey’in yönettiği
hükümet düşürüldü18.
14 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yay.,
Ankara, 2009, s.74.
15 “İngiliz Yüksek Komiseri İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği 17 Eylül 1919 tarihli
yazısında Anadolu’daki Kemalist hareketin gittikçe yayıldığını ve bir Anadolu Cumhuriyeti’ne doğru hızla
geliştiğini bildiriyordu”. Bkz: Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.I, Türk Tarih Kurumu,
Ankara, 1992, s.104’ten akt: Osman Demirbaş, “Türkiye’de Cumhuriyet Fikrinin Oluşumu”, İ.Ü.
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, S.8, 4/2005,
s.s.51-52.
16 Mahmut Soydan, Milli Mücadele Tarihine Dair Notlar Ankaralı’nın Defteri, (Haz: Necdet Bilgi),
Türkiye İş Bankası Kültür Yay., s.13.
17 Kazım Özalp-Teoman Özalp, Atatürk’ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara, 1994,
s.27.
18 Halim Demir, Milli Mücadele (Kuvayı Milliye-İttihatçılar ve Muhalifler), Ozan Yayıncılık, İstanbul,
2008, s.124.
Ercan YALÇIN
120
ÇTTAD, X/22, (2011/Bahar)
1. Bunalımlar, Tartışmalar ve Cumhuriyet’in İlanı
Mustafa Kemal Cumhuriyet’in ilan olunabilmesi için, hükümetin zor
durumda olduğu bir anı kolluyor ve adeta bu durumu kendisi yaratmaya çalışıyordu.
İttihatçı Sabit Bey Dahiliye Vekili olmuştu. Yine muhalifler Rauf Bey’i de Meclis
ikinci başkanlığına seçmişti. Mustafa Kemal 25 ve 26 Ekim günlerinde hükümeti
Çankaya’da topladı ve hükümetin istifa etmesi gerekliliği üzerinde durarak, o anda
hükümette yer alan kimselerin yeni seçilecek hükümette görev almaması telkininde
bulundu. Fethi Bey, 25 Ekim 1923 Cuma günü, “Güçlü bir Meclis’in tam güvenine
sahip bir Bakanlar Kurulu’na ihtiyaç olduğunu” gerekçe gösterip, arkadaşlarıyla
birlikte Mustafa Kemal’in isteğini yerine getirerek istifa etti19. Bu şekilde Mustafa
Kemal, muhalefetin kendisinin bir hükümet kurma girişimine girmesini istiyor,
sonunda da tam olarak uyumlu bir idare ortaya çıkmayacağını düşünüp20, bu
karışıklıktan da yararlanarak, kendisinin çözüm oluşturacağı bir düzen işletiyordu.
Ardından Meclis’te yeni hükümetin oluşması adına birçok liste ortaya konuyor;
ancak yeni hükümet bir türlü kurulamıyordu. Çünkü yeni oluşturulan listelerde
ağır top olarak sayılabileceklerin çoğu Mustafa Kemal’e yakın kişilerdi ve bu kişiler
yeni hükümette yer almaktan kaçıyor, adeta ne onlarla ne de onlarsız bir hükümet
kurulması imkânsız hale geliyordu. Burada muhaliflerin yapması gereken iki yol
vardı; ya Mustafa Kemal’i tasfiye etme yoluna girişecekler –ki bu o dönemde çok
zordu- ya da Mustafa Kemal’le aynı yolda yürüme politikasına girişeceklerdi.
Mustafa Kemal öyle bir durum yaratmıştı ki bu durum ancak onun hakemliği ile
içinden sıyrılabilecek bir buhrana dönüşmüştü21.
Muhalif basın organları ise Meclis’te hükümet kurma girişimleri yaşanırken
Mustafa Kemal’e muhalefet amacı güderek; Rauf Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa
ve Dr. Adnan Adıvar Bey’i ön plana çıkartan yayınlar yapmaktaydılar22. Muhalif
organların yardımları pahasına yeni bir hükümet teşkil edilemeyince Mustafa Kemal
otoriteyi tamamen ele aldı. 28 Ekim akşamı Çankaya’da yaptığı toplantıya İsmet
Paşa, Ali Fethi, Milli Müdafaa Vekili Kazım (Özalp) Paşa, Kemalettin Sami, Halit Paşa,
Rize Milletvekili Fuat ve Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey katıldılar23.
Mustafa Kemal kendisi ile hemfikir olmadıklarını düşündüğü arkadaşlarını
çağırma gereksinimi duymadı24. Mustafa Kemal bu toplantıda arkadaşlarına “Yarın
Cumhuriyet’i ilan edeceğiz, beni fırka grubuna davet edin, bir konuşma yapacağım” dedi ve
konuklar erkenden dağıldı. Misafirler Çankaya’dan ayrılınca İsmet Paşa’yla Mustafa
Kemal bir kanun müsveddesi hazırlama işine başladılar ve 20 Ocak 1921 tarihli
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun devlet şeklini tespit eden maddelerini değiştirm
gruba Mustafa Kemal’i davet ettirdi26. Bu takrirde “Umumi Reis Mustafa Kemal Paşa
hükümet sorununa çare olunması için davet edilmelidir” deniyordu. Ve Mustafa Kemal
de Çankaya’da bu kararın kabul edilmesini beklemekteydi. Sonunda Mustafa
Kemal, kararın ardından salona girdi ve kısa bir süre kaldıktan sonra “Bana bir saat
müsaade ediniz, bulacağım hal tarzını arz ederim” diyerek odasına çekildi27. Mustafa
Kemal’in izin isteyerek odasına çekildiği bu bir saatlik zaman dilimi, adeta Türkiye
Devleti’nin kaderini belirleyen andan başka bir şey değildir28.
Mustafa Kemal’in teklifi, Başkan Fethi Bey tarafından oya sunulup kabul
edildi ve ardından Parti Genel Kurulu 13:30’da Fethi Bey’in başkanlığında tekrar
toplanarak ilk sözü Mustafa Kemal’e verdi ve Mustafa Kemal şu şekilde açıklamada
bulundu: “Saygıdeğer arkadaşlar, üzerinde durduğumuz meselenin çözümünde karşılaşılan
güçlüklerin sebebi, bütün arkadaşlarca anlaşılmıştır sanırım. Eksiklik ve yanlışlık
uygulamakta olduğumuz usul ve şekildedir. Gerçekten de yürürlükteki Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu’na göre, bir hükümet kurmaya teşebbüs ettiğimiz zaman, bütün arkadaşların her biri
bakanları ve hükümeti seçmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalıyor. Hepinizin birden hükümet
üyelerini seçmek zorunda kalmanızda görülen güçlüğün giderilmesi zamanı gelmiştir. Geçen
dönemde de aynı şekilde güçlüklerle karşılaşılıyordu. Görülüyor ki, bu usul bazen birçok
karışıklıklara yol açıyor. Yüksek heyetiniz bu güçlüğün çözülmesi için beni görevlendirdi.
Ben de bilginize sunduğum bu görüşten hareket ederek düşündüğüm şekli tespit ettim.
Onu teklif edeceğim. Teklifim kabul edilirse kuvvetli ve kendi içinde uyumlu bir hükümet
kurmak mümkün olacaktır. Devletimizin şekli ve niteliğini tespit eden ve hepimiz için bir
gaye olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarına açıklık kazandırmak gerekir”29
diyerek, Mustafa Kemal gece İsmet İnönü ile hazırladıkları tasarıyı okutmak üzere
kâtip beylerden birine uzattı. Mustafa Kemal bu tasarıyla Teşkilat-ı Esasiye’nin 1.
maddesine “Türkiye Devleti’nin şekli hükümeti, Cumhuriyettir” ek hükmünü getirip30,
yönetim şeklinin Cumhuriyet olması gerektiği düşüncesini ortaya koydu.
Mustafa Kemal’in anayasa değişikliğini içeren tasarısının ardından vekiller
tarafından birçok konuşmalar yapıldı. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu değişikliğinin,
bunalımı çözecek nitelikte olmadığını savunan mebusların yanında, Cumhuriyet’in
ilanının şu an için erken olduğu, öncelikli hedefin o an yaşanmakta olan hükümet
krizini giderici önlemleri almak olması gerektiği fikirlerini ortaya attılar. Ancak
muhaliflere nazaran şekli hükümetin Cumhuriyet olması gerektiğini savunan mebus
sayısı çok olduğu için bu muhalif grup susturulmuş, İsmet Paşa’nın ve ardından
Abdurrahman Şeref Bey’in net demeçleri amacına ulaşmıştır. Abdurrahman Şeref
Bey muhalif olarak görüş öne süren vekillere konuşmasında, “Doğan çocuğun adını
koymaktan başka ne yapıyoruz?”31 diyerek çıkışıyordu. Fırka toplantısı uzun süre devam
ettikten sonra akşama doğru grup toplantısı meclis toplantısına dönüştürülerek
saat sekiz buçukta Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişiklikler hakkında
oylamaya geçildi32 ve alkışlar arasında Cumhuriyet’i ilan eden maddeler aynen kabu
edildi33. Diğer maddeler üzerinde ise Anayasa Komisyonu tarafından değişiklikler
yapıldı. Değişikliklerin ardından Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan tavzih
(açıklama) ve tadillerle (düzeltme) kabul edilen maddeler şunlardı:
“Madde-1: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. İdare şekli halkın kaderini bizzat
ve bilfiil idare etmesi esasına dayalıdır. Türkiye Devleti’nin yönetim şekli Cumhuriyet’tir.
Madde-2: Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam’dır. Resmi dili Türkçedir.
Madde-4: Türkiye Devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.
Meclis, hükümetin kısımlara ayırdığı idareyi İcra Vekilleri (Bakanlar) vasıtasıyla idare eder.
Madde-10: Türkiye Cumhurbaşkanı TBMM genel kurulu tarafından ve kendi
üyeleri arasından bir seçim devresi için seçilir. Başkanlık vazifesi yeni Cumhurbaşkanı
seçilene kadar devam eder. Tekrar seçilmek mümkündür.
Madde-11: Türkiye Cumhurbaşkanı, Devlet’in başkanıdır. Bu sıfatla gerek gördükçe
Meclis’e ve Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder.
Madde-12: Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından
seçilir. Diğer Bakanlar, Başbakan tarafından yine Meclis üyeleri arasından seçildikten sonra,
tümü Cumhurbaşkanı tarafından Meclis’in onayına sunulur. Meclis toplanmamışsa, konu
Meclis’in toplantısına ertelenir”34.
Diğer maddelerin de kabul edilmesinden sonra şair Mehmet Emin
Yurdakul’un isteğiyle Meclis’te bulunan tüm milletvekilleri ayağa kalkmış ve hep
bir ağızdan “Yaşasın Cumhuriyet!” diye bağırmışlardır. 29 Ekim 1923 akşamında
TBMM’nde yapılan oylamalar sonucunda da Ankara Milletvekili Mustafa
Kemal, Meclis’in 158 üyesinin oybirliği kararıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk
Cumhurbaşkanı olarak seçildi35. Durum aynı gece bütün memlekete bildirilerek her
tarafta gece yarısından sonra yüz bir pare top atışı yapılarak ilan edildi36. İlk Kabine
Malatya Milletvekili İsmet Paşa tarafından oluşturuldu ve İsmet Paşa Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı oldu. Meclis Başkanlığı görevi de Fethi Bey’e
verildi37. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilan edilmesi yabancı ülkeler tarafından da
yakından takip edilen bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Amerikan belgelerine
Cumhuriyet’in ilan olunacağı Bristol tarafından şu şekilde aktarılmıştır:
“26 Eylül 1923, İstanbul
Resmi basının Ankara’dan bildirdiğine göre, Türk Anayasasında değişiklikler
hemen hemen hazırdır ve belki de gelecek hafta görüşülmesine başlanacaktır. Yeni anayasaya
göre Türkiye bir Cumhuriyet ve “Halk Hükümeti” (People’s Government) olacaktır. Yasama
organının süresi dört yıl olacak ve her yıl dört ya da altı ay çalışacaktır. Cumhurbaşkanı aynı
33 Cezmi Eraslan, a.g.e., s.429.
34 TBMM Zabıt Ceridesi, D:2, C:1, İ:43, 29.10.1339; ayrıca bkz: Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları,
s.216; yine Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tavzihan ve Tadiline Dair Kanun için
bkz: Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Sened-i İttifak’tan Günümüze Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2006, s.119.
35 TBMM Zabıt Ceridesi, D:2, C:1, İ:43, 29.10.1339.
36 Konya Mebusu Eyüp Sabri Bey, Cumhuriyet’in tüm Türkiye’de ilanının yüz bir pare top atışı ile
yapılması için meclise teklifte bulunmuş ve bu teklif kabul olunmuştur. Bkz: TBMM Zabıt Ceridesi,
D:2, C:1, İ:43, 29.10.1339.
37 Mustafa Kemal Atatürk, a.g.e., s.551.
Kurtuluş Savaşı Komutanları Ekseninde Cumhuriyet ...
123
ÇTTAD, X/22, (2011/Bahar)
zamanda Büyük Millet Meclisi Başkanı olacak ve Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’nin
ilk Cumhurbaşkanı olacaktır”38. Yine Amiral Bristol tarafından Amerika’ya gönderilen
belgede Cumhuriyet’in ilan olunduğu şu şekilde bildirilmiştir:
“30 Ekim 1923, İstanbul
Ankara Meclisi dün gece Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etmiştir.
Kemal oybirliği ile Cumhurbaşkanı seçilmiş, o da İsmet Paşa’yı Başbakan atamıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşu bu sabah İstanbul’da 101 top atışı ile selamlanmıştır”39.
2. Rauf Bey’in, Hüseyin Cahit Bey’in ve İstanbul Basını’nın Cumhuriyet
Rejimi’ne Bakışı
Cumhuriyet’in ilanı, İstiklal Savaşı’nın en önemli kahramanları olarak
anılan Rauf (Orbay) Bey40, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa ve Kazım
Karabekir Paşa’nın Ankara’da bulunmadıkları bir dönemde gerçekleşti. Kurtuluş
Savaşı’nın önderlerinden Rauf Bey, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa’nın Cumhuriyet’e
karşı duruş sergiliyor olmaları, diğer muhalif kişilere göre çok daha acı bir durum
olarak karşımıza çıkmaktadır41.
Mustafa Kemal saltanat ortadan kaldırılmadan önce, daha Cumhuriyet
rejimi tartışmaları ortaya çıkmadan, yakın arkadaşlarıyla konuşmuş ve saltanat
konusunda fikirlerini almıştı. Cumhuriyet rejiminin önündeki en büyük engellerden
biri olan saltanat sorunu konusunda Mustafa Kemal, yakın arkadaşlarının nasıl bir
duruş sergilediğini Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde sohbet ederlerken almıştı.
Bu sohbette Rauf Bey, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa bulunuyordu42. Mustafa Kemal
arkadaşlarıyla yaptığı o günkü sohbeti şöyle anlatır:
“Rauf Bey’den Padişahlık ve Hilafet konusundaki düşüncesinin ve kanaatinin ne
olduğunu sordum. Verdiği yanıtta şu açıklamalarda bulundu: Ben, Padişahlık ve Halifelik
katına gönül ve duygu bakımından bağlıyım. Çünkü benim babam, Padişahın ekmeğiyle
yetişmiş, Osmanlı Devleti’nin ileri gelen adamları arasına geçmiştir. Benim de kanımda bu
ekmekten vardır. Ben iyilikbilmez değilim ve olamam. Padişah’a bağlı kalmak borcumdur.
Halifeliğe bağlılığım ise görgümün gereğidir. Bunlardan başka genel görüşlerim de vardır.
Bizde kamunun birliğini korumak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği ölçüde
yüksek görülmeye alışılmış bir kat sağlayabilir. O da padişahlık ve Halifelik katıdır. Bu
katı kaldırmak, onun yerine başka nitelikte bir kat koymaya çalışmak, yıkıma yol açar ve
büyük acı doğurur; bu da hiç uygun bir iş olmaz. Rauf Bey’den sonra karşımda oturan
38 Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kuruluş Yılları, Türkiye İş Bankası Kültür
Yay., İstanbul, 2007, s.183.
39 A.g.e…
40 Rauf Bey kendisinin Ankara’da olmadığı bir anda ilan edilen Cumhuriyet’i nasıl haber aldığını şu
şekilde anlatır: “29/30 Ekim 1923 gecesi, geç vakit henüz yatmıştım ki, top sesleriyle uyandım. Merakla
kulak verdim. Top sesleri dinmiyordu. Yüze yaklaştığını fark edince içimden doğan bir hisle “Mutlaka
Cumhuriyet’tir öyle ise, memlekete ve millete hayırlı ve uğurlu olsun” diyerek haberi olduğunu belirtir.
Ayrıntılı bilgi için bkz: Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni -Siyasi Hatıralarım-, C.2, Emre Yay.,
İstanbul, 1993, s.134.
41 Çetin Özek, 100 Soruda Türkiye’de Gerici Akımlar, Gerçek Yay., İstanbul, 1968, s.76.
42 M. Galip Baysan, Türkiye’de Demokrasi’nin Kuruluşunda Ordunun Rolü (İkinci Kitap: 1918-1950),
Üniversiteliler Ofset, İzmir, 2003, s.137.
Ercan YALÇIN
124
ÇTTAD, X/22, (2011/Bahar)
Refet Paşa’dan düşüncesini sordum. Refet Paşa’nın düşüncesi şu idi: Rauf Bey’in bütün
düşünce ve görüşlerine katılırım. Gerçekten bizde Padişahlıktan, Halifelikten başka bir
yönetim biçimi söz konusu olamaz. Ondan sonra Fuat Paşa’nın düşüncesini öğrenmek
istedim. Paşa Moskova’dan yeni geldiğinden durumu, kamunun düşünce ve duygularını
gereğince incelemeye daha zaman bulamadığından söz ederek görüşülen konu üzerinde kesin
bir düşünce ve görüş ileri süremeyeceğini bildirdi”43.
Saltanat konusunda yukarıda Mustafa Kemal’den alıntı yaptığımız
şekilde tavır ortaya koyan liderler, Cumhuriyet konusunda da bir takım
çekinceler barındırıyorlardı. Bu liderlerden Rauf Bey, Cumhuriyet rejimiyle
ilgili olarak İstanbul’da basına verdiği demeçlerde “Cumhuriyet’in ilanının erken
gerçekleştirildiğini”44, “zamansız bir uygulama olduğunu, sadece Cumhuriyet demekle
rejimin özgür sayılmayacağını ve asıl sorunun istibdat ile demokrasi arasında olduğu”45nu
belirttiler. Rauf Bey’in muhalifliğinin esas noktası ise; Cumhuriyet’in zamansız ilan
edildiği yönündeydi. Öyle ki Rauf Bey beyanatlarında: “Bu acelenin sebebini Meclis ve
hükümet millete izah ve ispat etmelidir ve edecektir”46 diyordu. Yine bir diğer ifade olarak
da ekliyordu: “Bazılarının kuvvetli hükümetten yumrukla işleri idare eden bir hükümet
kastettiklerini hayretle işittim. Cumhuriyet’in ilanı acele olmuştur. Çünkü Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu tadil ve münakaşa edilmeden emrivaki şeklinde yapılmıştır47...”
Bu yaklaşımları, onların bu süreçte yer almamalarından kaynaklandığı
kadar, bu rejimi kafalarında tam oturtamadıklarından da kaynaklanıyordu. Rauf Bey
bu dönemde Cumhuriyet idaresinin Türkiye için iyi bir sistem olmadığı kanaatini
Kazım Özalp’in Cumhuriyet rejiminden bahsettiği bir sırada, O’na, “Buna mani
olabilirsen memlekete büyük hizmet etmiş olursun” sözleriyle de ortaya koyuyordu48.
Mustafa Kemal Nutuk’ta Rauf Bey’i tam olarak Cumhuriyet karşıtı olarak
göstermemekle birlikte, Cumhuriyet’i savunan ve isteyen bir kişi olmadığını
açıkça söyler49. Mustafa Kemal, Rauf Bey’in en iyi hükümet şekli olarak Teşkilat-ı
43 Mustafa Kemal Atatürk, a.g.e., s.s.463-464.
44 Rauf Orbay hatıralarında Cumhuriyet’in ilanının 23 Nisan’da TBMM’nin açılmasıyla zaten fiilen
hayata geçtiğini sadece adının sarih olarak verilmediğini, bazı gazetelerin yazdıkları gibi ilanın
aceleye getirildiği gibi bir bahsin mevcut olmadığını belirtir. Ve “fiilen mevcut olan bir rejimin, nasıl
olsa konacak olan adı, üç yıl sonra konmuş oluyordu” diye de ekler. Daha sonra da Cumhuriyet’in
aceleye getirilme olayını şu şekilde açıklar: “…Yalnız bu formalite yerine getirilirken, Meclis’teki
müzakerelerin dar bir zamana sıkıştırılmış olması ve böylece acaba neye karar verilecektir diye bekleyen
umumi efkârın hazırlanmadan ani bir karar karşısında kalması yüzünden telaşlanıp, heyecanlanması varit
olabilirdi”. Meclis’te birçok tartışmaya konu olan Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin ve Tasvir-i
Efkâr gazetesi başyazarı Velit Ebuzziya Beylere verdiği demeçte de aynı şeyleri söylediğinden
bahseder. Bkz: Rauf Orbay, a.g.e., s.s.134-135.
45 Halim Demir, a.g.e., s.124-125.
46 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar: Büyük Zaferden Lozan’a Lozan’dan Cumhuriyete, C.I-II, (Haz:
Osman Selim Kocahanoğlu), Temel Yay., İstanbul, 2011, s.442.
47 A.g.e.,s.442.
48 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2006, s.191.
49 İlk Meclis’in vekillerinden Edirne Mebusu Mehmet Şeref Bey’in Rauf Bey’le ilgili düşünceleri
oldukça eleştirel ve hakaret içeriklidir. Mehmet Şeref, Rauf Bey’le ilgili olarak: “…Zaten Rauf
Bey, cumhuriyetin ilanı müzakeresinde yüzünden maskeyi silkip atan Kütahya Mebusu Recep Bey’in
karşısında kekelemeye başlamış ve nihayet dayanamayarak meclisteki beyanatına muhalif olarak gönlünde
ve fikrindekini söylemişti: ‘-Kemiğimi kırsalar Hanedanın ekmeği vardır. Ben Türk milletine değil,
Osmanlı hanedanına minnet ve şükran borcu taşırım. Müslümanlığın emri budur’. Bu sözünde, işte
sadık idi. Türk’ün şerefli tarihine bir dakika iman etmemiş, bir dakika için Türk milletinin ona verdiği
Kurtuluş Savaşı Komutanları Ekseninde Cumhuriyet ...
125
ÇTTAD, X/22, (2011/Bahar)
Esasiye Kanunu’nun öngördüğü Meclis Hükümeti sistemini gördüğünü söyler.
Bu sistemin daha sonradan Halife’nin başa getirilebileceği bir sistem olabileceği
düşüncesiyle Rauf Bey’in eski sistemi daha iyi bulduğu görüşünü de ortaya atar.
Cumhuriyet’in ilanını Rauf Bey ve onun gibi düşünenler için Halifenin başkan
olma lüksünün kalmamasından duydukları telaş ve heyecan olarak anlatır50. Rauf
Bey’in bu dönemde Halife’ye nezaket ziyaretine gitmiş olması51 Mustafa Kemal’in
bu yorumları getirmesine bir kaynak oluşturmuştur. Kazım Karabekir Paşa da
Cumhuriyet’in ilanı ertesinde Halife’yi ziyaret edenler arasındaydı. Kazım Paşa 11
Kasım 1923 Pazar günü Rauf Bey’le görüştüğünde Rauf Bey ile konuşmasını şöyle
dile getirir: “Rauf Bey Halife’nin pek ziyade korktuğunu, Ankara’nın umdelerin ikinci
maddesine rağmen hanedan aleyhinde umur tuttuklarını söyledi. Halife benim ziyaretimi
de arzu ediyormuş. Çok iyi olur dedi”52. Karabekir Paşa, Rauf Bey’le görüşmesinin
ertesi günü Halife’yi ziyaret eder ve bir buçuk saat Halife Abdülmecit ile sohbet
eder53. Karabekir’in Halife’yi ziyareti, Rauf Bey’in ziyareti kadar dikkat çekmemekle
birlikte Cumhuriyet rejimini tesis edenler tarafından şüpheye celp edici nitelikte
görülmüştür.
Rauf Bey Meclis’teki birçok vekilden gördüğü muhalif tavır üzerine Halife’ye
yaptığı ziyaretle ilgili olarak yaptığının yanlış bir hareket olmadığını beyan ederek
şunları söylemiştir:
“Hilafet makamını işgal eden muhterem zat, Büyük Millet Meclisi tarafından
seçilmiştir. Ve bu Meclis, bu makamın istinatgâhıdır (dayanağıdır). Bana tariz edenler
bilmelidir ki, bu mevki ve vaziyette bulunan zat beni davet ederse, ben bu davete icabeti;
dini ahlaki ve milli bir vazife bilirim. Şunu da söyleyeyim ki; ben son İstanbul Mebusan
Meclisi’ne, Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşı ve Kuva-yi Milliye’nin mümessili olarak
gittiğim zaman, hatta vatansever olarak tanınan birçokları benimle temastan çekinerek
benden kaçtıkları halde, bugün Halife ve o zamanın Veliaht’ı olan bu zat, bir toplantıda
yanıma gelip samimiyetle elimi sıkarak bana (Niçin görüşemiyoruz?) dedi, açık söyledim
(cesaret edemedim, çekiniyorum. Görüşsem sizi müşkül mevkie sokabilirim) dedim. (Hayır
ehemmiyeti yok, görüşelim) dedi ve ısrarla davet etti. Bu cihan mertliği gösteren zat, hele
Büyük Millet Meclisi kararıyla Halife seçildikten sonra, beni davet eder de, gitmezsem,
dünyanın en saygısız adamı olurum. Gittim efendiler.. Yarın davet ederse, yine giderim..
Ama Fırka kararından bahsediyorlar, hangi karardır bu bilmiyorum. Esasen Fırka’nın henüz
tespit ve tayin edilmiş bir programı dahi yoktur ki, ben onun dışında hareket etmiş olmakla
muaheze edileyim. Hatalarım olabilir, hatalarım; hatta kabahatlerim olursa itiraf ederim.
Yalnız, kanaatim dışında ve başkalarının arzularına göre hareket etmek kabiliyetini bende
azameti, huzuru, şerefi ve nihayet nimeti tanımamış, beşeriyet tarihinin yüzünü kızartan insanlığın
parazit mahlûku bir iki müstehâsenin (fosil) namus şerefini asla anlamamış, düşkün birkaç şahsın önünde
diz çökmeyi koca bir milletin iltifatına tercih etmiş bir adam şimdi Vekiller Heyeti Reisi olmuş iken, o
zihniyetinden uzaklaşabilir mi idi?” yorumunu dile getirir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Edirne Mebusu
Mehmet Şeref, Tarihi ve Siyasi Tefrika Birinci Millet Meclisi, (Haz: Taner Lüleci), Yeditepe Yay.,
görmek isteyenler, fikirlerini düzeltmelidirler. Ben bunu yapamam54.”
Halife’yi ziyareti hususunda yukarıda bahsettiğimiz şekilde savunmasını
yapan Rauf Bey, her şeye karşın, inandırıcılığını kişiler üzerinde etkileyici olacak
şekilde anlatamıyordu. Bunların başında da Milli Mücadele’yi omuz omuza
gerçekleştirdiği Paşalar vardı. Mustafa Kemal ve onun gibi birçok çevrenin Rauf
Bey’in Cumhuriyet’e şüpheli yaklaştığı görüşüne karşılık; Rauf Bey, Cumhuriyet
rejiminin tam olarak kendi zihninde var olan bir rejim olduğunu savunur ve
Cumhuriyetle ilgili görüşlerini şöyle ifade eder:
“Bence Cumhuriyet kelimesi üzerinde mütalaa ve münakaşa doğru değildir. Benim
içtihadım, her millet gibi hür ve refah içinde yaşama liyakatini, tarihte ender tesadüf edilir
bir tarzda ispat eden asil milletimizin istiklal ve refahının tamamiyetini sağlayan şeklin, en
doğru olacağı kaidesidir. Kuvvetini yalnız ve yalnız milletin rey ve muvafakatinden alarak
ve başka hiçbir tesir veya kuvvetin karşısında eğilmeyerek, en isabetli kararlarıyla millet
ve memleketi her gün arta arta saadet ve selamete doğru yükselteceğine zerre kadar şüphe
olmayan hükümet tarzı işte budur. Millet esasen bu idare şeklini hak edip zaferiyle temin
etmiştir..55”
Rauf Bey Cumhuriyet rejimi ile ilgili olarak bu şekilde kanaat beslediğini
söylemesine karşın, ikna edici olamamış ve Meclis’te -yukarıda da değindiğimiz
üzere- birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Meclis’te, Rauf Bey’in gazetelere vermiş
olduğu demeçlerden ötürü yaşanan tartışmalar üzerinde durmaya değer. Özellikle
İsmet Paşa’nın eleştirileri Meclis’te oldukça ses getirmiştir. İsmet Paşa, Rauf Bey’e
Halife’den gördüğü desteğe de değinerek şu şekilde açıklamalarda bulunuyordu:
“Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde milli davanın hizmetkarı ve timsali sayılan
başlar arasında ihtilaf görülürse o manzara, Cumhuriyet’in ilanından dolayı Ruesa’nın
(Önderlerin) ikiye ayrılması demektir... Bir idare şeklinin muvaffakiyeti eserleri ile ölçülür.
Nazariyesini çürük bulurum. Yeni bir yolun yolcusu, o yolun nihayetinin behemehal
selamete varacağını idrak etmelidir. Rauf Bey, herhangi bir mebusumuz, herhangi bir siyasi
şahsiyetimiz değildir. Bu ciheti göz önünde bulundurmaya mecburdur… Böyle inkılap
zamanlarında hükümet adamları bir siyasi şahsiyet gibi, herhangi bir şüphe gösteremez. Aksi
hareket hatadır. Hata ettiniz Rauf Beyefendi… Rauf Beyefendi beyanatlarında gördüğümüz
noktaları geri alarak, bu Fırka içinde yaşamak kararında mıdırlar?..”56.
Ertesi gün de Rauf Bey’in; Saltanat’a karşı olduğunu belirten ve
Cumhuriyet’ten yana olduğunu dile getiren bildirisi yayınlandı57. Rauf Bey
konusunda duyulan endişenin asıl nedeni; Rauf Bey’in muhalif bir parti kuracağı
söylentileri ve Halifelik aracılığıyla saltanata dönme isteğinin yarattığı korkuydu58.
Ancak Rauf Bey bu şekilde yargılamaların yapılmasını hiç hoş karşılamaz
yapılanların Gazi ile ünlü Paşalar arasında kopmalar yaratmak isteyenlerin bir
oyunu olduğu savını ortaya atar. Rauf Bey; Gazi ile aralarına soğukluk getirmek
isteyenlerin olduğunu ve bu durumdan hoşnut olmadığını, kendisinin başka bir
parti kurma gibi bir niyetinin de bulunmadığını, kendisini Meclis’teki tartışmaların
ertesinde ziyaret eden Ali Fuat Paşa’ya açık bir şekilde anlatmıştır. Rauf Bey, Ali
Fuat Paşa’ya:
“Yorgundum, hastaydım. Üç ay mezuniyet almıştım. Bu vaziyetim esaslı, mühim
bir fırka içtimaına çağrılmama mani olmamalıydı. Benim vaziyetimde, hariçte bulunan diğer
arkadaşlarımın hepsi isimleriyle davet edilmişlerdi. Yalnız ben çağrılmadım. Bunun elbette
bir sebebi olacaktı. Bu gibi mühim anlarda beni, Gazi’den ve fırkamızdan uzak bulundurmak
isteyenler eksik olmayacaktır. Ben mutlakıyet aleyhinde, fakat milli hâkimiyeti iyice temsil
eden bir Cumhuriyet idaresinin tamamıyla taraftarıyım. Malum olan umdelerle intihap
edilmiş olan bizler nasıl muhalif bir fırka teşkil edebiliriz? Haber aldığıma göre, Ankara’da
hükümet mahafilinde, benim İttihad-ı İslam taraftarı olduğum işaa ediliyormuş. Fuat Paşa,
siz resmi ve hususi işlerimizi iyi bilirsiniz. Benim bu hususta Gazi’yle İsmet Paşa’dan fazla
alaka göstermediğime vakıfsınız. Türk Devleti’nin menfaatlerini ihmal ettirecek en küçük bir
dikkatsizlik yapmadığıma şahit olmuşsunuzdur. Kazanılan milli davamızı bu gibi yalanlarla
zayıflatmaya hiçbirimiz müsaade edemeyiz. Ben menfi propagandaların arkasında, başta siz
olmak üzere bizi Gazi’den uzaklaştırmak isteyenler bulunduğunu hissediyorum. Buna fırsat
vermeyelim”59.
Rauf Bey’in tüm bu yakınışı Ali Fuat Paşa’dan tam destek buluyor ve Ali
Fuat Paşa, Rauf Bey’in söylediklerinin tam olarak arkasında olduğunu belirtiyordu.
Ayrıca Ali Fuat Paşa, Rauf Bey’in İstanbul gazetelerine verdiği beyanatlarından
hiçbir şekilde Cumhuriyet karşıtlığı çıkarılamayacağını belirtip, demeçlerin
özellikle Cumhuriyet karşıtlığı fikri taşıdığını ortaya kaymak için girişimlerde
bulunulduğunu ifade ediyordu60.
Rauf Bey’in gazetelere verdiği beyanlar çok ses getirmişti, ancak
Cumhuriyet’in ilanının farklı şekillerde gerçekleştirilebileceği düşüncesi diğer
Paşalar tarafından da destek buluyordu. Konuyla ilgili olarak, Ali Fuat Paşa
hatıralarında şunları söyler:
“Cumhuriyet’in normal usullerle ilanı mümkündü. Bilakis emrivaki suretiyle ilanı
ve başka yerlerdeki emsaliyle kıyas edilemeyecek kadar geniş salahiyetlerle intihap edilmiş
bir Reis-i Cumhur’un, mevcut tek partinin reisi olduğu nazar-ı dikkate alınacak olursa,
yeni Cumhuriyetimizin memlekette Büyük Millet Meclisi Hükümeti kadar tutulamayacağı
aşikârdı. Çok şükür ki Gazi gibi memleketi kurtaran ve kalpleri kazanmış olan bir şahsiyetin
ilk Reis-i Cumhur intihap edilişi vaziyeti kurtarmaya sebep olmuştu”61.
59 Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., s.443.
60 A.g.e., s.442. Ali Fuat Paşa, 9 Aralık’ta Konya’ya gitmek üzere Ankara’dan ayrılmadan önce Gazi
ile yaptığı görüşmesinde de yukarıda belirttiğimiz gibi Rauf Bey hakkında, Cumhuriyet karşıtı
olmadığı yönünde sözler söylemiştir. Gazi’nin, Rauf Bey’in Cumhuriyet taraftarı olup olmadığı
sorusuna Ali Fuat Paşa: “Rauf, milli hâkimiyet esaslarında bir şey kaybetmemiş olan Cumhuriyet şekline
ve sizin de her nevi teşkilatın üstünde Cumhurreisi olmanıza tamamıyla taraftardır…” yanıtını verdi
Ancak tüm bu ortaya konulan fikirlere nazaran bir hususu dile getirmek
gerekir. Yukarıda verdiğimiz gibi; Rauf Bey, Ali Fuat Paşa’ya yaptığı konuşmasında
herhangi bir siyasi fırka kurulması teşekkülünde bulunmasının mümkün olmadığını
dile getirip, Meclis’te kendisi adına böyle savlar ortaya atanları Gazi’yle arasını
açmaya çalışan kişiler olarak tasavvur etmişti. Rauf Bey bu açıklamalarından
yaklaşık olarak bir yıl sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adında bir parti
kuracak ve bu partide kendisi Başkan Yardımcılığı görevi alarak, Ali Fuat Paşa da
Genel Sekreter olarak partiye hizmet edecektir. Yeni fırkanın oluşması ya -Meclis’te
bahsedildiği gibi- bu dönemde partide yer alan Paşalar tarafından kurgulanmıştı
ya da yaşanan süreç ve dışlanmışlık Paşaları yeni bir siyasi partide teşkilatlanmaya
itmişti.
Tüm bu tartışmalar Cumhuriyet rejimi adına yaşanmış ve siyasal olarak
ciddi çekişmelerin olduğu bir süreç olarak ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’in ilanının
ardından, Rauf Bey’in dönemin yönetimini istibdat rejimi gibi tasvir ediyor olması,
meclis içinde birçok tartışmalara yol açtığı gibi, partiyi de Aralık ayında bölünme
tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Asıl muhalefet konusu ise, Cumhuriyet’in ilanıyla
birlikte Halife’nin konumunun ne olacağı kaygısından ibaretti. Cumhuriyet’in
ilanı bir anlamda Halifeliğin de sonu anlamına geliyordu62. Eski İttihatçı Hüseyin
Cahit (Yalçın), Cumhuriyet’in ilanının ardından Tanin’de yaptığı yorumunda;
Cumhuriyet’in ilanını, 1922 yılında saltanattan ayrılmış olan Halifeliğin
kaldırılmasına doğru bir ilk adım olacağından endişe olarak belirtiyordu63. Ayrıca
Hüseyin Cahit eleştirilerine devam ederek “BMM’nde alkışlarla kabul, dışarıda toplarla
ilan etiğimiz Cumhuriyet’in gerçekten yaşamasını istiyor muyuz?” diye soruyor ve
“Cumhuriyetin alkışlarla, duayla, şenliklerle yaşatılamayacağını” dile getirerek “bir put
gibi buna tapınamayacağını” söylüyordu64. Hüseyin Cahit’in Mustafa Kemal’e ve daha
sonradan kurulacak olan CHP’ye karşı muhalefetinin arkasında ise birkaç neden
yatmaktadır. İlk olarak eleştirilerinin arkasında belirgin İttihatçı muhalif oluşu
vardır. Mustafa Kemal’e “Gel başımıza geç” diyen ve olumlu karşılık göremeyen
İttihatçılar65, İttihat ve Terakki varken CHF’nin kurulmasını da yerinde bulmadılar.
Bu, Hüseyin Cahit’in muhalifliğinin arkasında yatan nedenlerinden bir tanesidir.
Diğeri ise, kişisel nedenlerden kaynaklanmaktadır. Çünkü Hüseyin Cahit de
Cumhuriyet Partisi adında bir parti kurma niyetindeyken bunu Mustafa Kemal
yapmış, bu da Hüseyin Cahit’in Mustafa Kemal’e ve CHF’ye muhalifliğinde önemli
bir yer etmiştir66.
Mustafa Kemal, muhakkak ki Cumhuriyet’in ilanının belli çevreler tarafından
tenkit edileceğini biliyordu; ancak Cumhuriyet’in ilan zamanı gelmişti ve bu amaçla
adımların atılması gerekliydi. Mustafa Kemal Cumhuriyet ilan edilmeden, 1923
yılının başlarında yerli ve yabancı gazetecilerle yaptığı mülakatlarında hükümetin ne
olacağı hakkında üstü kapalı da olsa demeçler verip Cumhuriyet’in ilan edileceğin
az çok belli etmişti67. Cumhuriyet’in ilan edileceği günler yaklaştığında da Mustafa
Kemal Avusturyalı bir gazeteci olan Lazar’ı Meclis riyaset odasına çağırıyor ve Neue
Freie Presse gazetesine Cumhuriyet’in çok yakında ilan edileceğini bildiriyordu.
Mustafa Kemal’in Lazar’a verdiği beyanat şu şekilde başlıyordu:
“Yeni Türkiye Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim:
Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İcra kudreti, teşri salahiyeti, milletin yegâne hakiki
mümessili olan Meclis’te tecelli ve temerküz etmiştir. Bu iki maddeyi bir kelime ile hulâsa
etmek kabildir: Cumhuriyet..”68.
Ardından ise, Cumhuriyet’in ilan olunacağı tüm Ankara ve İstanbul
basınında yer almaya başladı ve bu şekilde Cumhuriyet’in ilan olunacağı ortaya
çıkmış oldu69. Cumhuriyet tartışmalarının ortaya çıkmasıyla birlikte Ankara
basınının aksine İstanbul basınında Cumhuriyet’e muhalif tartışmalar başladı.
Tevhid-i Efkâr gazetesinde imzasız yazılar yayınlanıyor ve Cumhuriyet rejiminin
gereksizliği üzerinde duruluyordu. Ayrıca Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlanan
bir yazıda “Cumhuriyet millet meclislerinde doğar, istasyon binasından ise olsa olsa tren
çıkar. Yeni Cumhuriyet istasyonda hazırlandığı için bir sürat katarı gibi azami şiddetle
ortaya atıldı”70 deniyordu. Cumhuriyet rejimine karşı olan muhalif grup genel
itibariyle yapılması düşünülen rejim değişikliklerinin aceleye getirildiği ve üzerinde
tartışılmayarak dikte edildiği görüşü üzerinde birleşiyor ve muhalifliklerini bu ana
çerçeveye oturtmaya çalışıyordu. İstanbul gazetelerinde üzerinde çok durulan
bir diğer muhalefet konusu ise “Türkiye’de oluşturulacak olan Cumhuriyet’le birlikte
hangi sistem kabul edilecekti? Fransız modeli mi yoksa Amerika’nın başkanlık sistemi mi
benimsenecekti?” karmaşasıydı. Diğer bir soru da Cumhurbaşkanı seçilecek kişide
meclis ve parti başkanlığının devam edip etmeyeceği mevzusuydu71.
Yine, 23 Ekim 1923 günü “Cumhuriyet Terazisinin Hangi Kafesi Ağır Basacak”72
adlı bir yazı kaleme alınır ve Cumhuriyetçiler ile Cumhuriyet karşıtları bir terazinin
iki tarafında iki karşıt grup olarak karikatürize edilir; ancak yazıyı kaleme alan
kişinin adı bu gazetede belirtilmez. Yazıda Cumhuriyet mevzusu ile alakalı
birçok dedikoduya yer verilerek istasyon binasında yapılan görüşmelere atıfta
bulunulur. Ayrıca, Tevhid-i Efkar gazetesinde yayınlanan bu imzasız yazıda, halk
fırkasında siyasal bağlamda bir takım karışıklıkların meydana geleceği belirtilerek,
fırkada Cumhuriyet’i savunanlar (Cumhuriyetçiler) ve Cumhuriyet karşıtları (LâCumhuriyetçiler) şeklinde iki esaslı grubun olduğu; Cumhuriyetçilerin içinde ise
kendi aralarında üçe ayrılmış Amerikanvari-Fransızvari ve Türkiye tarzı olmak
üzere değişik grupların olduğu üzerinde durulur73. Cumhuriyet karşıtı olarak
nitelenen Lâ-Cumhuriyetçilerin ise İttihatçılar ve Hâkimiyet-i Milliyetçiler olmak
üzere iki farklı zümre teşkil ettiğine dikkat çekili
“Bu memleketin bugün havassın da, avâmın da yegâne temennisi artık şu dırıltılı,
dedikodulu, üzüntülü şekl-i hükümet tebdili devresine hitam verilerek cidden menâfi-i mülk ü
millete hâdim işlere başlanılmasından ibarettir. Eğer dün ilan edilen Cumhuriyet’in erkan ve
mensûbini bunu yapabileceklerinden emin iseler, biz de kendilerine ‘öyle ise Cumhuriyetiniz
mübarek olsun efendiler!’ deriz”76.
Mustafa Kemal Nutuk’unda Velit Ebüzziya’nın Cumhuriyet’i
benimsemediğini ve Cumhuriyet’le hiçbir ilgisinin bulunmadığını yazar. Yukarıda
sözü edilen yazılarının da bu çıkarıma dayanak olduğunu vurgular77. Cumhuriyet’in
ilanını takiben muhalif İstanbul basınında Tevhid-i Efkâr gazetesi hariç diğer
gazeteler ve onların yazarları -direk olarak Cumhuriyet’e muhalif olmamakla
birlikte- yapılış tarzına tam manasıyla karşı çıktılar ve bu surette hem Ankara’ya karşı
olan Rauf Bey’e hem de Halife Abdülmecit’e etki ederek onları ön plana çıkaran bir
yayın politikası yolunu seçtiler78. Daha sonra bu muhalif hareketler hilafet konusu
üzerinde şekillenecek ve bu konuda da çeşitli tartışmalar yaşanacaktır.
Cumhuriyet’in ilan edileceği konusunda çeşitli gazetelerin ve meşhur
Paşaların iddia ettiği gibi, ilan gizli olarak gerçekleştirilmemiştir. Cumhuriyet’in ilan
olunacağı konusu 23 Eylül’de basına duyurulmuş ve ilanın gerçekleştiği tarihe kadar
hem İstanbul hem de Anadolu basınında sürekli olarak ele alınarak konu üzerinde
tartışmalar gerçekleştirilmiştir. Trabzon’da İstikbal Gazetesi 27 Eylül’den itibaren bu
konuyu devamlı surette işlemiştir. İstanbul gazetelerinde ise 24 Eylül’den itibaren
konu hakkında makaleler ve haberlerle mevzuya açıklık getirilmeye çalışılmıştır.
Tanin, İkdam, Tevhid-i Efkar, Vatan, Vazife gibi İstanbul’da yayınlanan gazetelerde
Cumhuriyet konusu çeşitli makaleler ve röportajlarla sürekli tartışma konusu
edilerek gündemde tutulmuştur. Özellikle Tanin ve Tevhid-i Efkâr yukarıda da
değindiğimiz üzere Cumhuriyet aleyhine propaganda yapmışlardır79.
75 Hasan Türker, “İlanından Sonra Cumhuriyet Tartışmaları”, Toplumsal Tarih, C.10, S. s.4. Kazım Karabekir Paşa ve Cumhuriyet Rejimi
Cumhuriyet rejiminin Türkiye’de benimsendiği bu dönemde, Batı
dünyasında bile Cumhuriyet rejimi ile yönetilen devlet sayısı parmakla
gösterilebilecek kadar azdır. Bu yüzden Türkiye Devleti’nin bu rejimi benimsemiş
olması gerçekten dönemin dünya konjonktürüne göre çok zor bir iştir. Üstelik
Türkiye’de, “meşrutiyetçi, mukaddesatçı, şeriatçı” ve daha da vahimi bazı “ulusçular”
için dahi Cumhuriyet tasavvur edilecek bir uygulama olarak görülmemekle birlikte
“kızıllık” olarak algılanıyordu80. Bunların yanı sıra bazı gazetelerde de (Örneğin;
Tanin, Vatan ve Tevhit Gazeteleri) Cumhuriyet rejimi hakkında muhalif yazılar
yayınlanıyor ve tenkitler yapılıyordu. Daha önce de belirttiğimiz üzere, Milli
Mücadele içerisinde en önemli görevlerde bulunmuş liderler de Cumhuriyet’in
kendilerinden habersiz ilan edildiği görüşünü öne sürerek bir takım muhalif
beyanatlarda bulunmuşlardı.
Cumhuriyet’in ilanı konusunda Mustafa Kemal’e kızan ve yapılanın
yanlış bir tutum olduğunu değerlendiren bir diğer kişi de Kazım Karabekir
Paşa’dır. Paşa’nın Mustafa Kemal’le dostluğu II. Meşrutiyet dönemine kadar
geriye götürülebilir. İlerleyen zaman dilimleri içerisinde de iki ünlü Paşa’nın
araları daha da iyi olacak ve bu, büyük bir dostluğa dönüşecektir. Öyle ki Mustafa
Kemal Şişli’deki evinde Milli Mücadele’yi başlatmak gibi bir vatan müdafaasına
giriştiğinde ona en büyük desteklerden biri de Kazım Karabekir Paşa’dan gelmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasını takiben Erzurum’da gerçekleştirdiği
Kongre’nin icra edilmesindeki en büyük paya sahip kişilerden birisi de yine Kazım
Karabekir Paşa’dır. Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’da ordu müfettişliğinden ve
askerliğinden istifasının ardından, en samimi arkadaşları dahi rütbele











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar