TARİHTE HİÇBİR OLAY VARSAYIMLAR İLE OLASILIKLAR İLE AÇIKLANAMAZ.
MACARLARIN KÖKENİ
Kesin Bilgiler, Varsayımlar, Düşünceler
THE ORIGIN OF THE HUNGARIANS
Absolute Truth, Assumptions, Arguments
Çev: Gökhan DİLBAŞ
Öz: Macarların kökeni tarih boyunca devamlı surette ilgi çekici bir konu olmuş; tarihçiler,
arkeologlar, antropologlar, dil bilimcileri, konu ile ilgilenen bilim insanları ve entelektüeller
çeşitli görüşler ve düşünceler ortaya koymuşlar, yorumlar yapmışlardır. Ortaya koyulan
görüşler, düşünceler ve yorumlar içinde bilimsel verileri dikkate alarak sonuca ulaşanlar
olduğu gibi, bilimsel verileri dikkate almadan hayal ürünü birtakım oluşumları gündeme
getirenler de vardır. Macarca aslından Türkçeye çevirisi yapılan bu makale, Macarların
kökenine dair tezleri, düşünceleri, varsayımları Orta Çağ kroniklerinden başlayarak bilimsel
veriler ışığında yapılan araştırmalara kadar incelemektedir. Makale, Macarların kökenine
dair efsanelerden yola çıkarak yüzyıllara yayılan araştırmaları, düşünceleri, tezleri,
yorumları detaylı bir şekilde anlatmakta; konuyu tarihi, coğrafi, arkeolojik, antropolojik, dil
bilimsel, etnografya yönleriyle de derinlemesine ele almaktadır. Makale, yüzyıllardır zihinleri
meşgul etmekte olan Macarların kökeni sorununa Türk tezi ve Fin-Ugor tezi açısından
yoğunlaşırken, aynı zamanda konu ile ilgili diğer tezleri de gözden geçirmekte ve konuyu
bütüncül bir şekilde incelemektedir.
Anahtar Kelimeler: Macarların kökeni, Türk tezi, Fin-Ugor tezi, yurt tutuş.
Abstract: The origin of the Hungarians has been historically an interesting subject-matter;
and the historians, archeologists, anthropologists, linguists in addition to other interested
scientists and intellectuals have put forward various views, arguments and comments in this
regard. While some of such views, arguments and comments have managed to make a
conclusion with due regard to the scientific data, there are people who have put forward a
series of imaginative formations with no regard to the relevant scientific data. This article
translated into Turkish language from the original Hungarian material discusses the theses,
views, and assumptions put forward concerning the origin of the Hungarians based on the
researches conducted under the light of the existing scientific data starting from the Middle
Age chronicles. The article describes in details the researches, views, theses and comments
spread over the centuries starting from the legends about the origin of the Hungarians; and
attempts to make an in-depth analysis of the subject-matter on the score of its historical,
geographical, archeological, anthropological, linguistic and ethnographical aspects, amongst
other things. The article concentrates on the issue of the origin of the Hungarians, which
remains to occupy the people’s mind for centuries, from the angle of the Turkish thesis and
the Finno-Ugric thesis, while, at the same time, reviewing other theses put forward about the
issue, and, thus, addresses the subject-matter in a holistic way.
Key words: The origin of the Hungarians, Turkish thesis, Finno-Ugric thesis, Hungarian
Conquest.
Ignác Romsics, Macar Bilimler Akademisi asli üyesi, akademisyen, Eğri Eszterházy Károly Üniversitesi Tarih Bilimi
Enstitüsü. “A magyarok eredete. Bizonyosságok, hipotézisek, hiedelmek”, Magyar Tudomány, 174. Évfolyam, 2014/5.
Szám, s. 514-561.
Çalışmamı gözden geçirdikleri için Csanád Bálint’e, István Fodor’a, Klára Sándor’a ve István Vásáry’e burada da
teşekkürlerimi sunarım.
Dr., gokhandilbas@hotmail.com
“Son yılların süregelen dinginliğinin sonucunda bizler de sakin bir yaşam sürdüğümüzden,
önümüzde her zaman farklı çeşit çeşit meseleler olduğundan, sohbetler sırasında bazen güzel
tartışmalar yapardık, tartışma esnasında birçok kez Macar milletinin en eski tarihi ve Macarların
neşet ettiği toprak parçası ve eskiden adı Pannonia1
, şimdi Macarlardan dolayı Macaristan olan
bu bölgeye ne şekilde geldikleri hakkında farklı görüşler taşıdığımızdan aramızda önemsiz
münakaşalar da yaşanırdı”. 1488’de yayımlanmış olan eserinde (Chronica Hungarorum) Kral
Mátyás’ın2 başkâtibi olan János Thuróczy, Macarların kökenine ve göç yollarına ilişkin o zamanki
bilgilerimizin kesinlik taşımadığını bu şekilde ifade etmektedir (Thuróczy, 1980, 7). O zamandan
beri beş yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine ve Macarlığın etnogenetiği ile ilgilenen tarihi, dil
bilimsel, arkeolojik, etnografik, antropolojik ve diğer eserler birçok bağlamda bilgilerimizi
zenginleştirmesine rağmen, kadim tarihimizin çok sayıdaki problemi günümüzde de
çözümlenemeyen ve yaygın şekilde yaşanan heyecanlı tartışmaların konusu olmaya devam
etmektedir. En eski tarihimiz, aynı şekilde sık sık bilimsel konferansların, halka açık sunumların
ve arkadaş sohbetlerinin de konusunu oluşturur. Yakın geçmişte ve uzak geçmişte, yani 20.
yüzyılın yanı sıra bugünkü Macarların büyük çoğunluğunun da en eski atalarının karanlıkta
kaybolan geçmişi ile ilgilendiği görülmektedir. Bu durum, modern Macar tarih çalışmasına ara
vererek birkaç ay Macar kadim tarihinin bugüne kadarki çok kapsamlı literatürüne girmek ve
yüzyıllardır süren tartışmaların ana çizgilerini gözden geçirmem için yıllar boyunca tecrübe
edinip seçkin hale gelmiş dikkati harekete geçirdi. Amacım doğal olarak, sadece Macarların
kökeni ile bağlantılı tartışmalı soruların cevabını vermek olmadığı gibi, aynı zamanda konuya
ilişkin varsayımların, teorilerin ve araştırmaların kısa bir özetini çıkarmaktı. Bununla beraber bu
süreç zarfında (1) farklı disiplinlerin araştırma sonuçlarının temelinde emin olunabilen; (2)
varsaymak için sebebimiz bulunan ve (3) mümkünatı olmayan düşünceler arasında
değerlendirilenleri anlatmaya gayret ettim. Son sıradakinin içine metodolojik olarak temelsiz,
gerçekten yalan yanlış ve doğruluğunun ispatı bugünkü bilimsel kazanımlarımızın tamamı inkâr
edilmeden tasavvur dahi edilemeyecek olan varsayımları koydum.
1. Orta Çağ Kronik Geleneği: İskitler, Hunlar, Avarlar
Macaristan’daki tarih literatürünün günümüze kalan ilk eseri III. Béla’nın3 kâtibinin 1200
civarında düzenlediği, edebi öğeler bakımından zengin gestası4
(Gesta Hungarorum) Orta Çağ
Hristiyan kroniklerinin geleneksel sürecini takip ederek Macar halkının kökenini İncil’deki
zamanlara kadar geri götürür. İncil’e göre Tufan’da sadece Nuh ve ailesi hayatta kaldığından
dolayı diğer halklara benzer şekilde Macar halkının da Nuh’un üç oğlunun birisinden kökenini
alması gerekiyordu. Sam, Ham ve Yafet arasından Anonymus5 – keza o zamanki geleneği takip
ederek – Macarları Avrupa halklarının atası sayılan Yafet’ten neşet ettirdi. Buna karşın Macar
halk ismini kendi etimolojik bulgusuna tanıklık eden Yafet’in bir oğlu, Magóg’un isminden
sonuca bağladı. Nitekim erken Hristiyan tarih yazımının büyük otoritesi, 7. yüzyılda yaşamış
Sevilla’lı Izidor, Magóg’u Gotların atası olarak takdim etmişti. Üstad P.’ye göre “ünlü ve iktidar
sahibi Kral Atilla” Magóg’un soyundandı ve “Kral Atilla’nın ulusundan olan” Reis Álmos’un
babası Ügyek de ondan neşet etmişti.
Anonymus’un anlatımında Magóg’un ve haleflerinin ikametgâh yeri yüzyıllar boyunca
“bizden”, yani Karpatlar’dan doğuya ve Karadeniz’den kuzeye doğru “Don isimli ırmağa” kadar
bütünüyle yayılmış olan İskitya (İskit ülkesi), diğer adıyla Dentümogyer idi. İskitya, Herodot’tan
başlayarak Antik ve Orta Çağ coğrafyacıları tarafından barbar olarak görülen doğulu göçebe
halkların yerleştiği ve sınırları zaman zaman değişen bir temel kavram olarak kabul edildi.
1 Pannonia: Antik Çağ’da kuzeyini ve doğusunu Tuna nehrinin çevrelediği, batı sınırını Noricum’un teşkil ettiği,
güneyinde Dalmaçya’nın bulunduğu Roma İmparatorluğu eyaleti (ç.n.).
2
I. Mátyás (Corvin Mátyás): 1443-1490 yılları arasında hüküm sürmüş olan Macar Kralı (ç.n.).
3
III. (Büyük) Béla: 1172-1196 yılları arasında hüküm sürmüş olan Macar Kralı (ç.n.).
4 Gesta: Bir milletin tarih içinde yaptıklarının anlatıldığı tarihi yazı, kronik (ç.n.).
5 Anonymus: Büyük ihtimalle Kral III. Béla’nın kâtibi ve kronik yazarı. Yapılan araştırmalara rağmen adı tam olarak
ortaya çıkarılmadığından Anonymus (İsimsiz) olarak bilinir. Zaman zaman Üstad P. olarak da geçer (ç.n.).
Dentümogyer (Dentumoger) onunla bir tutulmasına rağmen sadece İsimsiz’de öne çıkan coğrafi
bir isimdir. İlk kelimede araştırmacıların çoğunluğu Don, yani Donyec ismini, ikinci kelimede ise
Macar halk adının bulunduğu kanaatindedir. Buna karşın András Róna-Tas, dentümagyar’ın yedi
Macar’ın (hétmagyar) Türkçe karşılığı olduğu, dzsetimadzser’in (yedi Macar) bozulmuş bir şekli
olabileceği kanaatini taşımaktadır. Bölgenin iki ismini Anonymus oranın sakinlerine de sirayet
ettirmişti. Buna göre aralarına uygun gördüğü şekilde Atilla ve – İskitya’nın en önemli hükümdarı
olan – Ügyek’i de kattığı İskitleri “genellikle”, sırası geldiğinde “kendi dillerinde” “dentümogyer
olarak adlandırırlar”. Atilla, 451’e kadar (Katalanum Savaşı’nın olduğu yıl) İskitya’daki
yurdunda yaşadı. Bu zamanda “güçlü bir orduyla” “Pannonia toprağına geldi ve Romalıları
kovduktan sonra ülkeyi hâkimiyeti altına aldı”. Aralarında Ügyek’in oğlu Álmos’un da
bulunduğu “Yedi Macar olarak adlandırılan yedi reis” ise “İsa’nın doğumunun 884. yılında”
İskitya’dan yola çıktı ve batıya “soyundan Árpád’ın babası Reis Álmos’un neşet ettiği, Kral
Atilla’nın toprağı olduğu şeklinde bir haberin ulaştığı” Pannonia toprağına doğru hareket etti.
[Eserin] önemli bir kısmı çalışmamızın konusu içine girmeyen Kral III. Béla döneminin
canlandırması olan, Macar kavimlerinin savaşlarla renklendirilmiş batıya doğru ilerleyişinin ve
Karpatlar Havzası’nı elde edişinin hayali bir tasviridir. Sekellerin6
sadece Álmos’un değil,
sonrasında Árpád’ın da idare ettiği yurt tutanlar arasında görülmeyip, aynı zamanda “başlangıçta
Kral Atilla’nın halkıydılar” ve Árpád’ın reislerinin Tisa’yı geçerek Bihar’da ikamet eden Prens
Ménmarót’u7 yenmek için harekete geçtikleri zaman önlerinde ilerledikleri, oğullarını rehin
verdikleri, savaşta onların kendilerinin ise “ilk safı oluşturmak için güvence verdikleri”
(Anonymus, 1999, 10-43) şeklinde anıldıklarına dikkat etmemiz gerekir.
V. István’ın8 başrahibi Üstad Ákos’un 1272 civarında kaleme aldığı kroniği Macarların
kökenine ve kadim yurduna ilişkin hiçbir yenilik getirmez. Bu durumu daha ziyade Anonymus’ta
rol oynayan Atilla ve Álmos’un hanedan akrabalığını sadece Hunların ve Macarların bütününe
yaymakla kalmayıp, aynı zamanda iki halkın esasında bir olduğunu söyleyen IV. (Kuman)
László’nun9
saray papazı Simon Kézai’nin 1282 ve 1285 arasında yazdığı eseri ortaya koydu.
Hunların ve Macarların atası Kézai’de de Yafet’tir, buradan başlayarak – İncil’deki neşet ediş
hadisesini değiştirerek – farklı bir soy ve kısmen bir topografya oluşturdu. Buna göre Yafet’in bir
oğlu olan Thana’nın10 halkından olan, Babil’deki dil karmaşasından sonra Persis, yani Pers
diyarına göç eden ve orada “Hunların veya Hungarus’ların kökenini aldığı Hunor ve Magor”
Ménrót’un
11 – İncil’de Nimród – halkı oldu. Devamını János Arany’ın12 Rege a csodaszarvasról
başlıklı şiirinden herkes gayet iyi bilmektedir. İki çocuk avlanma amacıyla – dişi bir geyiği takip
ederek – bir baştan bir başa gezdikleri, tanıdıkları ve sevdikleri yakındaki Maeotis bataklıklarına,
yani Azak Denizi kıyılarına geldi. Babalarının izniyle bütün eşyalarıyla çayırdan, ağaçtan, av
hayvanlarından ve balıktan zengin bu bölgeye taşındılar ve aralıksız beş yıl boyunca orada
yaşadılar. Altıncı yılda avlanmak için yeniden harekete geçtiler ve civardaki bir ovada başlarında
savaşçıların bulunmadığı kendileriyle beraber ikametgâhlarına sürükledikleri kadınlara ve
çocuklara rastladılar. Ele geçirdikleri arasında birisini Hunor’un, diğerini ise Magor’un eş olarak
aldığı Alan Kralı Dula’nın iki kızı da vardı. “Hunların hepsi kökenini bu kadınlardan alır”. İki
kardeşin halefleri zamanla o kadar çoğaldılar ki daha geniş bir yurt aramak zorunda kaldılar. Bu
sırada, o zamanlar 108 halkı temel alınarak 108 bölgeye ayrılmış olan İskitya’ya göç ettiler.
Zamanla burada da “kum gibi çoğaldılar”. Bunun üzerine “İsa’nın 700. yılında” aralarında
6 Sekeller: Günümüzde Romanya sınırları içinde bulunan Sekelistan (Tinutul Secuiesc) diye adlandırılan coğrafyada
yaşayan halk (ç.n.).
7 Ménmárot: Anonymus’a göre Tisa, Maros, Szamos ve Igyfon ormanı arasında kalan bölgenin hâkimi olan Bihar
yöneticisi (ç.n.).
8 V. István: 1270-1272 yılları arasında hüküm sürmüş olan Macar Kralı (ç.n.).
9
IV. (Kuman) László: 1727-1290 yılları arasında hüküm sürmüş olan Macar Kralı (ç.n.).
10 Thana (Togarmi): Nuh’un oğullarından Yafet’in oğlu (ç.n.).
11 Ménrot: Nemrut. Nuh’un torunu ve Sümer Kralı (ç.n.).
12 János Arany (1817-1882): Macar epik şairi (ç.n.).
Bendegüz’ün13 oğlu Etele’nin
14 de olduğu reisleri her kavimden on-on bin silahlı adamla batıya
doğru ilerlemeye karar verdi. Birçok zaferden sonra ilerleyip “Etele’yi kendilerine kral ilan
ettikleri” Pannonia’da yerleştiler. Etele’nin yani Atilla’nın ölümünden sonra oğulları arasında
yaşanan kanlı taht mücadeleleri esnasında Bizans İmparatoru Honorius’un15 kızının oğlu olan
Csaba, Nibelungen Destanı’ndan tanınan bir Alman prensesi olan Krimhild’in dünyaya getirdiği
erkek kardeşi tarafından mağlup edildi. Yenilgiden sonra Csaba on beş bin adamıyla Bizans’a
çekildi, sonra oradan “Almanlardan intikam almak amacıyla Pannonia içlerine geri dönmek için
kısa zamanda cesaret bulduğu İskitya’ya, babasının halkının ve akrabalarının yanına geri döndü”.
Geri dönüşü, yani Hunların/Hungarusların ikinci yurt tutuşu 872’de gerçekleşti. Yurt tutanları
Rutenya16 sınırındaki Pannonia’da “batılı halklardan olan çekincelerinden dolayı […] kendilerini
orada sadece Hunlar olarak değil, aynı zamanda İskitler olarak da adlandıran” üç bin kişi, yani
“Csigle ovasında” kalmış Hun yiğidinin nesli bekliyordu. İskitler sonradan “Ulahlarla birlikte
sınır bölgesinin dağları arasında bulunan sahalarını elde ettiler” (Kézai, 1999, 90-103).
Macar halkının doğudan, daha doğrusu Karadeniz’den ve Kafkasya’dan kuzeye düşen
bozkırlardan gerçekleşen neşet edişinin, yurt tutanların 12-13. yüzyıldaki halefleri, en azından
onların yönetici sınıfı arasında atalarının bir kısmının “kadim yurtta” kaldığı varsayımının canlı
bir gelenek halinde yaşaması mümkündü. 13. yüzyılın başında kurulmuş olan Dominiken
tarikatının dört keşişinin, “Hristiyan Macarlar”ın o zamandan beri izi kaybolmuş tarihi eserinden
(Gesta Ungarorum christianorum) elde edilen bilgilerin temelinde ve Kral IV. Béla’nın17
desteğiyle 1235’te doğuda kalmış ve pagan olduğu düşünülen “en eski Macarlar”ın araştırılması
ve geri getirilmeleri için harekete geçilmesi bu duruma bir referans oluşturur. Keşişler,
Konstantinapolis’in referansıyla Kırım’a, sonra da Kafkasya yöresine ulaştılar, lakin Ungaria
maior’u, yani Magna Hungária’yı18 bulamadılar. Birkaç aylık dinlenmeden sonra keşişlerden
ikisi – Julianus ve Gerhardus – daha kuzeye hareket etti. Gerhardus yolda öldü, Julianus ise
yönlendirmeleri temelinde Volga ırmağının yanında – son yıllarda yapılan araştırmalara göre
ırmaktan kuzeye doğru, Biljar19 şehri civarında – doğuda kalan Macarların nesillerini bulduğu
Volga Bulgarları’na ulaştı. Tecrübeleri hakkında tarikat arkadaşı keşiş Riccardus, Papa IX.
Gergely’e şu şekilde bilgi vermiştir: “Onları büyük İtil20 ırmağının yanında buldu. Onu gördükleri
ve Hristiyan bir Macar olduğunu anladıkları zaman gelişine çok memnun oldular. Evlerinde ve
köylerinde onun çevresini sardılar ve Hristiyan Macar soylarının kralı ve ülkesi hakkında
derinlemesine bilgi sahibi oldular. Din veya başka şeyler hakkında konuşsa bile onu dikkatli bir
şekilde dinlediler, dilleri Macarca olduğundan onlar onu, o da onları anladı. Tanrı hakkında hiçbir
bilgisi olmayan paganlardı, lakin puta tapmıyorlar, hayvanlar gibi yaşıyorlardı. Toprağı ekip
biçmiyorlar, at eti, kurt eti ve bu çeşit şeyler yiyiyorlar, kısrak sütü ve kan içiyorlardı. Atlar ve
silah konusunda zengindiler ve savaşta gerçekten yiğittiler. Bu Macarlar kökenlerini aldıkları
eskilerin gelenekleri hakkında bilgi sahibiydiler, fakat nerede bulundukları hakkında bir bilgileri
yoktu” (Kodolányi, 1973, 20-27).
Orta Çağ Batı Avrupa tarih yazarları da Macarların varsayılan doğudaki yurdunu birçok kez
Ungaria maior veya Magna Hungária adıyla ilişkilendirdiler, Kézai ve ondan yıllar önce Alman
kronik yazarları Viterbo’lu Godofréd’in ve Bartholomaeus Anglicus’un da Azak Denizi yöresine
yerleştirdiği Macarların yurdunu Julianus, daha kuzeye Volga’nın orta mansabına koydu. Birkaç
yıllık bir yolculuktan sonra – Julianus 1237’de yeniden yola çıkmıştı, fakat Moğolların yakıp
yıkması yüzünden bu zamanda Macarların sadece izlerini bulmuştu – birkaç Fransisken keşişi de
aynı sonuca ulaştı. Plano Carpini ve iki arkadaşı Volga’dan doğuya, kuzeyde Kama, güneyde Ural
13 Bendegüz: Hun Kralı Atilla’nın babası (ç.n.).
14 Etele: Atilla (ç.n.).
15 Flavius Honorius Augustus: 393-423 yılları arasında hüküm sürmüş olan Roma İmparatoru (ç.n.).
16 Rutenya: Kiev Rusyası’nın Orta Çağ’daki Latince ismi. Bugünkü Ukrayna (ç.n.).
17 IV. Béla: 1235-1270 yılları arasında hüküm sürmüş olan Macar Kralı (ç.n.).
18 Magna Hungaria: Macarların Volga ve Ural Dağları arasında bulunan eski yurdu (ç.n.).
19 Biljar: Volga nehrinin sol kıyısında bulunan şehir (ç.n.).
20 İtil: Volga nehri (ç.n.).
ırmakları tarafından sınırlandırılan Magna Hungária’yı günümüzdeki Başkırdistan’la21 bir
tuttular. Ungaria maior’un ismi son defa Papa IV. Miklós’un 1291 yılındaki bir fermanında geçer.
Muhtemelen Volga kıyısındaki Macarların dağılışından ve yok olmalarından dolayı terim bu
hadiseyi takiben kullanımdan kalktı, hatta Macarların kökeni ile ilgili düşünceye bu zamanda yeni
bir yönelim verilmeseydi Julianus’un önemi de unutulacaktı. Bu fermanı 1695’te Vatikan
arşivinin derinliklerinden bir Cizvit keşişi olan Márton Cseles çıkardı ve yarım yüzyıl sonra
1748’de yayımlandı (Vásáry, 2008, 125-128). Anonymus’ta ve Kézai’de de rol oynayan İskitya
kavramı, Macar kadim yurdunun yeri olarak uzun bir zamanda tespit edildi ve genel itibariyle
Macar-Hun akrabalığı, yani ayniyeti tezi de kabul edilir hale geldi. Hümanist tarih yazımının
bütün özelliklerini barındıran Thuróczy’nin eseri, 14. yüzyılın ortasında derlenen Képes
Krónika’dan yüzyıl sonra tam da bu anlayışla hazırlandı. Kézai’de rol oynayan – İncil’de Nuh’un
lanet ettiği Kam’dan kökenini alan – Ménrót-Nimród’un her ikisinin de eserde Hunor ve
Magor’un ataları arasında görülmesi dolayısıyla farklılık en fazla İncil’deki neşet ediş hadisesinde
ortaya çıkmaktadır.
Mátyás çağındaki hümanist tarih yazımı Macarların kökenine dair o zamanki anlatımı iki
açıdan değiştirdi. Bir yandan Thuróczy’de de rol oynayan İncil’deki – Nuh’tan olan – köken alma
hadisesine dünyevi düşünce adına gitgide daha az inanan olduğundan, soru işareti
oluşturduğundan dolayı bir kenara bırakıldı, öte yandan Hun İmparatorluğu’nun 5. yüzyıldaki
çöküşü ve Macarların 9. yüzyılda ortaya çıkışı arasındaki boşluk idrak edilerek Hun-Macar
akrabalığı Hun-Avar-Macar akrabalığı şeklinde gelişti. Buna göre 895 civarında bir yurt tutuş
hadisesi gerçekleşmedi, sadece Atilla’nın imparatorluğunun çöküşünden sonra eski yurtlarına
çekilen Hun-Macarlar, “belgelerinde ve hatıralarında Karpatlar Havzası’nda kalmış olan
akrabalarını aramaya ve yeniden ücra, kıraç İskitya’dan ayrılmaya cesur bir şekilde karar
verdiler”. Bonfini’ye22 göre bu akrabalar kısmen yenilgiden sonra “Hun adından hoşlanmayan ve
kendilerini Avar olarak adlandıran Hunlar”, kısmen de “Atilla ile Daçya’nın23 dış kısmını, şimdi
Erdel diye isimlendirilen bölgeyi ele geçirmiş olan Sekellerdi” (Bonfini, 1995, 165, 187-188).
Mátyás’ın hizmetine girmiş olan İtalyan üstadın düşüncesi tam anlamıyla bir yenilik içermiyordu;
10-12. yüzyıl Batı Avrupa yazarlarında sadece Hun-Macar değil, aynı zamanda Avar-Hun, AvarMacar ve Hun-Avar-Macar akrabalığı da görülmektedir. Buna karşın Macaristan’da bu düşünceyi
okuyucunun önüne ilk koyan Bonfini idi. Bonfini, 16. yüzyılda sadece Latince değil, aynı
zamanda Almanca, hatta bazı bölümleri Fransızca da yayımlanmış olan eski kroniklere oranla
anıtsal ölçülere sahip kroniğini 1489-1494 arasında derledi. 16. yüzyılda ortaya çıkan Macar
ulusal bilincinin temel direklerinden birisi haline gelen, Hun-Avar-Macar devamlılığı tezini de
güçlendiren Kézai tarafından şekillendirilmiş Hun-Macar ayniyeti teorisinin yanı sıra eseri,
Macar ve yabancı tarih yazarları tarafından yüzyıllar boyunca okunduğundan dolayı Macar
tarihinin bir el kitabı haline geldi.
Hun-Macar, daha ziyade Hun-Avar-Macar akrabalığı görüşünün geçerliliğinden Aydınlanma
Dönemi’ne kadar Macaristan’da hiç kimse kuşku duymamış olsa da, yabancı yazında daha 15-
16. yüzyıllarda farklı görüşler ortaya çıkmaya başlamıştı. Sonradan 1458’de Papa II. Pius adını
alan Aeneas Sylvius Piccolomini bunların arasında sayılır, 1507’de yayımlanan Cosmographia
adlı eserinde yer alan teze göre, Macarlar, ataları, yani akrabaları Don ırmağının kaynağı
bölgesinde oturan ve dilleri Pannonia’da yaşayan Macarlarınki ile aynı olan, samur kürkü ticareti
yapan “Hunugorlardan” neşet ederler. – Bu yüzden Piccolomi’nin Verona’lı bir keşişin
anlattıklarına dayanarak öne sürdüğü – Macarların ve Hunların akraba olduğu; Macarların
Hunlardan neşet ettiği inancı doğru değildir. Veya Krakko’lu rahip Mathias Michovius’un
1517’de yayımlanan Asya’daki ve Avrupa’daki Sarmatlar hakkındaki coğrafi tasvirine (Tractatus
21 Başkırdistan (Başkurdistan): Güney Ural Dağları’ndan Bugulma Belebey Yaylası’na kadar uzanan Rusya’ya bağlı
özerk cumhuriyet (ç.n.).
22 Antonio Bonfini (1427-1503): Macaristan’da Kral Mátyás’ın sarayında da bulunmuş olan İtalyan hümanist tarihçi
(ç.n.).
23 Daçya: Kuzeyinde Karpat Dağları, güneyinde Tuna nehri, batısında Tisa nehri ve doğusunda Dinyester nehri ile
sınırları çizilmiş olan bölgenin eski coğrafi ismi (ç.n.).
de duabus Sarmatis…) göre Macarlar güney step kuşağından değil, Ural Dağları’nın Juhra, yani
Jugria diye adlandırılan kuzey yöresinden neşet ederler, isimlerini oradan alırlar ve “tiz aksanlı
konuşmaları” da orada yaşayan insanlarınki ile Vogullarla ve Ostyaklarla aynıdır. Aslında
Moskova Büyük Dükalığı’nın mülklerini sıralarken “Juharia hakkında” “bir zamanlar Macarların
geldiği yer”, “Juharlardan” “dili bugün de bir Macarınki ile aynı” şeklinde bahseden İmparator
Miksa’nın Moskova elçisi Sigmund Herberstein’in 1549 tarihli eserinde bu bilginin aynısı
okunabilir (Pápay, 1909, 3-8).
Rus Jugria sahası ve Macarların eski Rusça adlandırmasının (Ugry) bağlantısından bu şekilde
ortaya çıkan ve buna benzer incelemelerin ve varsayımların temelinde Macarların Jugria, yani
Ural kökeni erken Yeni Çağ Batı Avrupa bilimsel düşüncesinde geniş ölçüde yer buldu ve birçok
insanın gözünde İskitya teorisine rakip bir varsayım haline dönüştü. Buna karşın Macaristan’da
benimsenmedi. Türklerle mücadele eden 16-17. yüzyıl Macar soylularının gözünde av hayvanları
derisi giyen ve avcı-balıkçı kuzey halklarının ataları ve/veya akrabaları, cesaretlerine – Hristiyan
olmamalarına rağmen – Hristiyanlığın koruyucusu olarak da gururlu bir şekilde atıfta bulunabilen
Avrupa’yı diz çökmeye zorlayan Hun savaşçılarından, yani İskitlerden daha önemsiz görüldü.
Hun-Macar ayniyeti tezi bundan böyle bu şekilde Macar elit kimliğinin merkezi bir öğesi olarak
kaldı. Takip eden yüzyıllarda sayısız defa Latince ve Macarca olarak da yayımlanan ve yüzyıllar
içinde Macar soylu tabakasının kutsal kitabı haline gelen 1514 tarihli István Werbőczy’nin24
“Tripartium”unda “İskitya’dan Pannonia’ya gelen” ve “kendileri hiçbir şekilde ticaretle veya
yaygın bir zanaatla meşgul olmayan” Hunların ve Macarların “hepsi tek bir soydan”, yani
Hunor’dan ve Magor’dan neşet ettiler – okunabilir. Gergely Petthő’nün ilk defa 1660’da, sonra –
ilavelerle – 18. yüzyılın ortasına kadar beş kez daha yayımlanan Rövid Magyar Kronika’sında
Atilla artık sadece Hunların değil, aynı zamanda Macarların 744’de “ikinci sefer gelişinde”
olduğu gibi, bunun sonucunda 373’de aynı şekilde “İskitya’dan Pannonia’ya” gelen “ilk
Macarların da Kralı”dır. Ayrıca “Chaba”yı Bizans İmparatorluğu’na kadar takip etmedikleri gibi,
“Erdel’in Moldova kısmında” yerleşen, “hepsi bugüne kadar orada yaşayan ve Sekeller diye
adlandırılanlar” da Macarlardır (Petthő, 17533 A2-B2).
2. Erken Yeni Çağ İbrani-Macar ve Türk-Macar Dil Akrabalıkları
Rönesans’ın yararcı yapısı, sonra Reform’un yayılışı ve bu kapsamda İncil’in ulusal dillere
çevrilmesi dikkatleri ister istemez teker teker dillerin karakterlerine ve akrabalık ilişkilerine
çevirdi. Orta Çağ kronik yazarlarının aynıyet oluşturan ve geçerlilik içeren anlatımları, 16.
yüzyıldan itibaren doğrudan veya dolaylı olarak köken sorununa da değinen dil bilimsel
gözlemler ve görüşlerle tamamlandı. Orta Çağ’ın ve erken Yeni Çağ’ın düşüncesi üç antik dili,
İbranice’yi, Grekçe’yi ve Latince’yi tanıdığından dolayı ilk başta her millet kendi dilini bu üç
dilden birisiyle özdeşleştirdi. Yöntemlerinin basitliğinden dolayı bu ilk dil benzerlikleri bilimsel
karaktere sahip değildi.
Batı’daki örneklerin temelinde bunu, 1539’da yayımlanan Macarca-Latince gramerinde
(Grammatica Hungarolatina) İbrani ve Macar dilinin yapısal benzerliklerine (fiil çekimi, iyelik
sıfatları, ses düzeni) dikkat çeken János Sylveszter gerçekleştirdi. Ardından Marosvásárhely
Reformist Koleji’nin hocası Baranyai János Decsi, János Thelegdi’nin 1598 tarihli eserine
(Rudimenta) yazdığı önsözünde kelime uyuşumları temelinde ve İbranice yazım tarzına benzeyen
şekilde sağdan sola ilerleyen Sekel oyma yazısına atıfta bulunarak Macar-Yahudi dil ve halk
akrabalığı tezini ortaya koydu. İskitya tezine ve Hun-Macar ayniyeti teorisine adapte ederek
sonradan sadece Macarları değil, onlarla bir tuttuğu İskitleri ve Hunları da Yahudilerden neşet
ettirdi. 17. yüzyılda birçok kişi arasından Erdel’li Reformist Piskopos Geleji István Katona,
teolog, Debrecen Reformist Koleji hocası Komáromi György Csipkés ve her şeyden önce
inancından dolayı kürek mahkûmluğuna da çarptırılan, ancak sonradan yine Cizvitliğe dönen
Otrokocsi Ferenc Fóris de İbrani-Macar dil akrabalığı kuranlar arasında yer aldılar. Otrokocsi,
1693’te Macarların kökeni hakkında yazdığı eserinde (Origines Hungaricae) denenmemiş ve
24 István Werbőczy (1458-1541): Macar hukuk bilimcisi, Tripartium (Hármaskönyv) adlı kanun kitabının yazarı (ç.n.).
mizahi kelime bezerliklerinin bütün sıralamasını İbrani-Macar dil akrabalığını ispatlamak için
gündeme getirdi. Ember25 kelimemiz ona göre İbranice abar’dan, víz26 vazaz’dan, hold27
chalad’dan neşet etmişti, Ararat’ın anlamı ise ár-járat; Maeotisz’inki mely jó tó, Amazon’unki
Ámaasszony ve Atilla’nınki Acélos idi. Gülümsemeye sebep olan etimolojisine karşın Otrokocsi
kendi döneminin eğitim görmüş ve bilgi sahibi okuma yazma bilen kişileri arasına giriyordu.
Batı’da birçok kişi arasında yaygın olan Jugria teorisini biliyordu, lakin ifade ettiği sebeplerden
dolayı onu bir kenara koymuştu. “Asya’daki Juhra sakinlerinin bizimle aynı dili konuştukları
bugüne kadar kanıtlanmadı” – diye yazmıştı (Domokos, 1998, 42). O da bunun yerine İbraniMacar tezini Hun-Macar akrabalık teorisiyle ilişkilendirdi. “Atilla’ya ne kadar yakın zamanları
incelersen, onların İskitya’da yaşanması o kadar zor ülkelerini bulursun. Ne kadar uzak zamanlara
gidersen Ermenistan’da, Bizans’ta, Küçük Asya’da, Terme ırmağına kadar bütün yerleşim
yerlerinden o kadar mutlu, mesut insanlar okursun” – diye özetler görüşünü “Macar milletinin
gerçek kökeni hakkında” (Károly Nagy, 2003, 105).
Temsilcilerinin her şekilde benzerlik kurma çabasına rağmen İbrani-Macar dil akrabalığının
eski doğu kökenli Hun-İskit görüşü olarak kabul edilmesi uzaktan da olsa bir memnuniyet
uyandırmadı. Örneğin erken 17. yüzyıl Macar dilcisi Szenczi Albert Molnár sadece yurt içinde
değil, yurt dışında da görülebilen bu akıma doğrudan karşı çıktı. Bunun yerine daha ziyade gerçek
bilimsel yöntemleri kabul etti: Macar halkı ve dil akrabalığı hakkında hiçbir kanıt yoktur. Sadece
Macarcanın Avrupa’daki tek bir dil ile dahi akraba olmadığı konusunda emin olunabilir. Debrecen
Koleji’nin tarih ve coğrafya hocası Pál Lisznyai de İbranice ile olan akrabalığa karşı harekete
geçti. Buna karşın siyaset biliminin, diğer adıyla ülke bilgisinin Macaristan’daki ilk bilim insanı
ve modern Macar kaynak araştırmalarının başlatıcısı olan Mátyás Bél, 18. yüzyılın başında dahi
“Macar dilinin annesi […] İbranice’dir” şeklindeki ısrarını sürdürüyordu (Bél, 1984, 41).
17. yüzyılın sonundan itibaren üç “kadim dilin” vasfı çözülmeye başlandı, Macarcanın,
İbranicenin yanı sıra başka Asyalı ve Avrupalı dillerle de benzerlikleri bulundu. Bunlar arasında
iki eğilim modern karşılaştırmalı dil bilimi şeklinde gelişti ve kendisine bugün de bilim
dünyasında değer verilen bir yer edinmeyi başardı: Fin-Ugor Macar dil akrabalığı ve Türk-Macar
dil benzerlikleri tezi.
Macar ve Türk dilleri arasındaki benzerliklere ilk defa Benelüks üniversitelerinde eğitim
görmüş Erdel’li Reformist papaz János Nadányi dikkat çekti. Bu benzerliği – 1663’te tarihi
karaktere sahip eserinde dile getirdi – “her iki dili bilen kolaylıkla fark edilebilir”. Diğerlerinin
yanı sıra mongol/mogor ve magyar halk ismi arasındaki benzerliği de bu şekilde gördü. Birkaç –
muhtemelen 16-17. yüzyıla ait ödünç kelime (babucs-papucs, dalmány-dolmány, csizme-csizma)
temelinde birkaç yıl sonra benzer bir çıkarımı Erdel’li Sakson tarih yazarı Toppeltinus Laurentius
da yaptı. Takip eden yıllarda İbrani-Macar akrabalığının moda haline gelmesiyle Türk-Macar
akrabalığı tezi geri planda kaldı, ancak 18. ve 19. yüzyıl dönümünde yeniden rağbet gördü.
1791’de yayımlanan Macarca ders kitabında Fransisken öğretmen Joakim Szekér farklı kelime
benzerlikleri de ortaya koydu. – Yafet’ten olan neşet edişi ve Hun-Macar aynılığı teorisini elden
bırakmadan – Tatar dilinde de “Macarcaya uygun şekilde tek tek kelimeler değil, birden çok
kelimeden oluşan ifadeler bulunduğundan bir zamanlar her iki dilin ve Milletin kökeninin bir
olması mümkün olabilir” şeklindeki bu çıkarımdan vazgeçti (Szekér, 1791, 1-6). Buna karşın
çağdaşı olan, modern dil karşılaştırmalarına göre akıl yürüten József Benkő, iki dilin ve özellikle
iki halkın akrabalığı üzerine konuşmanın mümkün olabilmesi için kelime dizilimlerinin, ayrıca
isim ve fiil çekimi benzerliklerinin yeterli bir dayanak noktası oluşturmadığı kanaatindeydi.
Benzerlikler “bana Türkleri Ulusal Akraba olarak kabul edilebileceğimi göstermiyor: daha ziyade
komşum ve kadim Atalarımızın komşusu olarak kabul ediyorum” diye yazdı (Hegedűs, 2003, 82-
84).
25 Ember: Adam (ç.n.).
26 Víz: Su (ç.n.).
27 Hold: Ay (ç.n.).
Dilsel uyumların ve benzerliklerin yanı sıra Bizans kaynakları da Macaristan’ı Turkia, Árpád’ı
ise “Turkia’nın büyük prensi” olarak adlandırırken Türklerden bahsettikleri gibi, her şeyden önce
Macarlardan da istisnasız şekilde bahseden 886 ve 911 arasında hüküm sürmüş olan İmparator
Bilge Leon’un Taktika isimli ve oğlu Konstantinos Prophyrogennetos’un imparatorluğun
yönetimi hakkında yazdığı eseri (De administrando imperio) olası bir Türk-Macar akrabalığından
söz eder. Uzun zaman sadece Avrupa’nın en büyük kütüphanelerinde erişilmesi mümkün olan bu
el yazması eserler 17. yüzyılda önce orijinal dilinde, daha sonra çeviri şeklinde de yayımlanmaya
başlandı. Konstantinos’un eserinin Macarca referanslarını Kéri Ferenc Borgia 1739’da Latince
olarak yayımladı, Leon’un Türklere ilişkin kayıtlarının Latince çevirisi ise Mária Terézia’nın28
saray kütüphanecisi Slovak kökenli Ferenc Ádam Kollár’ın editörlüğünde 1783’de yayımlandı
(İlgili bölümlerin Macarca çevirileri bir hayli gecikmeyle, 1851-1852’de Károly Szabó sayesinde
gün ışığına çıktı). Aynı zamanda Fransız orientalist Joseph Deguignes’in 1756 tarihli eserinden
(Histoire générale des Huns, des Turcs, des Mongols et des autres tartates occidentaux…)
Hunlara, Türklere ve başka göçebe halklara ilişkin Çin kaynaklarının bir kısmı da bilinir hale
geldi.
3. Fin-Ugor Akrabalığı Tezi ve Orta Çağ Kronik Geleneğinin Yaşaması
Fin-Ugor Macar dil akrabalığının kökleri Papa II. Pius’un 1458 yılında söz ettiği varsayıma
kadar uzanır. Hamburg’lu hezarfen Martin Vogel bunu ilk defa kesin şekilde 1660’lı ve 1670’li
yıllarda yazdığı – hacimli bir el yazısı şeklinde kalan – eserinde belirtti. Vogel sadece Fin, Macar,
Lap ve Est dilinin temel kelime hazinesini mukayese etmediği gibi, aynı zamanda Fin ve Macar
dilinin ses ve yapı uyumlarının önemli bir bölümünün de – sessiz harflerin bir araya gelişi, cins
farklılığının olmayışı, edat kullanımı, iyelik eklerinin kelime sonuna gelmesi, sıfatın yerinin
isimden önce olması vb. – farkına vardı. Bu şekilde “Macar ve Fin dilinin birbirine yakın
akrabalık bağları ile bağlı olduğu” çıkarımını yaptı. 17. yüzyılın ikinci ve 18. yüzyılın ilk
yarısında başka birçok kişi, ilk sırada da Alman bilginleri ve seyyahları benzer sonuçlara ulaştı.
Aralarında halkların kökeninin dillerin benzerliği sayesinde belirlenebileceğini ayrıntısıyla ilk
defa ifade eden ve Jugria tezinde ileriye giderek Lapların, Finlerin, Estlerin, Livlerin29
,
Permilerin, Samoyedlerin ve Macarların hepsinin aynı halk ailesine mensup olduğunu ileri süren
çağın ünlü filozofu Gottfried Wilhelm Leibniz de bulunuyordu. İsveç Kralı XII. Károly’un30
subayı Philipp Johann von Strahlenberg, Rusya’daki esareti sırasında tamamladığı dil
derlemesinin sonuçlarını 1730 yılındaki kitabında (Das Nord und Östliche Theil von Europa)
yayımladı. O zamanki Rusya “Tatar”, yani doğu halklarını ve dillerini altı gruba ayırarak
Macarları, Finlerle, Laplarla, Estlerle, Livlerle, Vogullarla, Ostyaklarla, Mordvinlerle,
Çeremişlerle, Permilerle, Votyaklarla ve “Macar Sekellerle” birlikte “Uygur grubuna” koydu.
“Hunların veya Unların da dâhil olduğu”, bu halklar “eskiden tek bir halkı meydana getiriyordu”
diye yazdı. Strahlenberg’den birkaç yıl sonra Saint Petersburg’lu akademisyen Johann Eberhard
Fischer esaslı bir şekilde Macar dilinin akrabalık bağları ile meşgul oldu. 1756’da yazdığı, ancak
1770’de yayımlanan eserinin (De Origine Ungarorum) sonucunu şu şekilde dile getirdi: İskitya
– Fin-Ugor anlayın – dillerinin diyalektiğinin Macarca ile olan uyumluluğu bir hayli fazla
olmasına rağmen geriye kalanlar arasında yine de en çok Vogul ve Ostyak [dilleri] öne
çıkmaktadır”. Fin-Ugor akrabalık tezini güçlendirmesinin yanı sıra Macar dilinin Türk ve Aryan31
– Hint ve Pers – kökenli öğelerine de dikkat çeken ilk kişiler arasında olan Fischer, bilimsel
yetenekleri arasına bunu da ekledi. 1760’lı yılların ilk yarısında kendisi de Saint Petersburg’da
araştırma yapan ve 1769’dan itibaren Göttingen Üniversitesi’nde ders veren August Ludwig
Schlözer, Fischer ile tamamıyla aynı sonuca ulaştı. Farklı kelime benzerliklerinin temelinde o da
28 Mária Terézia: 1740-1780 yılları arasında hüküm sürmüş Avusturya İmparatoriçesi (ç.n.).
29 Livler: Letonya’da ve Estonya’da yaşayan Fin etnik grubu (ç.n.).
30 XII. Károly (Karl): 1697-1718 yılları arasında hüküm sürmüş olan İsveç Kralı (ç.n.).
31 Aryan: Hindistan’ın Āryāvarta bölgesine yerleşmiş, Hint-Avrupa dil ailesine mensup diller konuşan etnik grubu ve
bölgeyi ifade etmek için kullanılan terim (ç.n.).
Vogul-Macar akrabalığı tezini kabul etti ve Vogul-Macar kadim yurdunun Ural Dağları, yani Ural
ırmağının güney kısmına yerleşimine de bu tezden vardı (Pápay, 1909, 12-25).
Macar Fin-Ugor akrabalığı tezinin Avrupa çapındaki yayılışına 18. yüzyıl Macar bilim
insanları farklı tepkiler verdiler. Selmecbánya’lı burjuva bir aileden gelen Dávid Czwittinger,
İbrani-Macar dil akrabalıklarını gözden geçirerek 1711 tarihli eserinde, ilk Macar yazarları ve
bilim insanları sözlüğünde (Specimen Hungariae litteratae) “Hunlar ve Macarlar farklı milletler
oluşturdular […], Macarlar uzak kalmış, dağınık haldeki Finlerle bir zamanlar tek bir kavmi
oluşturuyorlardı” şeklinde bir ifade kullandı. Hukuk bilimcisi András Huszti 1736 civarında
kâğıda döktüğü, ancak 1791’de yayımlanan eserinde benzer bir tutum takındı. Macarların “en
yakın Akrabaları” – diye yazdı – “Sibirya’da Muska Bölgesi’nin ötesinde Ugorların Mülkünde
yaşayan Vogul Halklarıdır” ve “dilleri hem saymada, hem de başka kelimelerde bizim Macar
dilimize en yakın olanıdır” (Huszti, 1791, 78-79).
Miksa Hell ile ortak bir şekilde Norveç’teki astronomi araştırmalarıyla birlikte Lap ve Macar
dilinin gramer ve kelime hazinesi çalışmasında da derinleşen, basit etimolojiler yerine çağına
uygun bilimsel dil benzerlikleri tekniklerini kullanarak soruya cevap veren ilk Macar bir Cizvit
papazı olan János Sajnovics idi. Batıda, ilk başta Alman bilim dünyasında yayılan görüşe katılarak
1770’te yayımladığı eserinde (Demonstratio, Idioma Ungarorum et Lapponum idem esse)
Macarların ve Lapların bir zamanlar sadece ortak kadim bir dil kullanmadıklarını, aynı zamanda
bunun sonucunda beraber de yaşadıklarını iddia etti.
Sajnovics’in kitabı yurt dışında büyük bir takdirle, yurt içinde ise kısmen takdirle, kısmen de
öfkeli reddedişlerle kabul gördü. Onu tenkit eden çoğunlukla Mária Terézia’nın çevresindeki –
sırası gelmişken Aydınlanmacı da olan – muhafız yazarlar32 onu Macar milletinin özsaygısının
altını kazması şeklinde suçladılar. Örneğin Lőrincz Orczy, Lap-Macar akrabalığı düşüncesini
yirmi kıtadan oluşan şiirinde (Sajnovits’ és Hell’ hibái tzáfoltatnak) “Sen ise Astronom! Kim
olursan ol/Sevgili akrabalarına derhal geri dönebilirsin/Onlarla kuru balıktan hazırlanmış mısır
ununu yiyebilirsin/Zira Dilimiz hakkında hüküm veremezsin” şeklinde reddetti. Ábrahám
Barcsay – “İskityalıların yiğit torunu” namına – “Dilimizi Laponya’dan getiren [Sajnovics’in]”
“boyunduruğundan milletimizi kurtarırız” şeklinde şiirde33 de Sajnovics’e karşı çıktı. György
Bessenyei de benzer bir kanıya sahipti. “Sadece kelimelere değil, aynı zamanda manevi değerlere
de bakmak gerekir” – diye yazdı Magyarországnak törvényes állása başlıklı 1804 yılındaki
eserinde ve “Donmuş gökyüzü Laponlar arasından eğitim görmüş milletlerin saygı duyacağı
böyle bilge insanların, soylu gereksinime sahip ve insancıl bir halkın bu dünyaya gelmesine asla
izin vermez”. “Laplar çirkin, korkunç ve toprağın altında yaşayan, mücadele etmekten çekinen
köstebek gibi bir halktır, bu şekilde asla mücadele etmezler. Dünyada isim elde etme veya itibar
kazanma arzusu zihinlerinde kati surette oluşmamıştır” (Domokos, 1998, 65-70).
Karşılaştırmalı dil biliminin Fin-Ugor akrabalığına ilişkin, giderek daha ayrıntılı ve ikna edici
şekilde ifade edilen görüşleri ve yüzlerce yıllık geçmişe dayanan İskit-Hun teorisi geleneği
arasındaki uçurumu birkaç kişi, iki kişinin desteğiyle aşmaya çalıştı. Çağın tarih yazarları
arasından kaynak değerlendirmelerinin görüşlerini kullanan, Macaristan’da bilimsel tarih
yazımının kurucusu ve Cizvit tarih yazarlarının en büyük temsilcisi olan György Pray, yazarlar
arasından ise Piarist papazı, üniversite hocası András Dugonics aralarına katıldı. İlk dönem
yazılarında Macar dilinin “kuzey akrabalığını” reddeden ve kendisi de geleneksel Hun-AvarMacar sürekliliği temelinde görüş savunan Pray, Sajnovics’in etkisiyle Fin-Ugor akrabalığını
kabul etti. Aynı zamanda Hunlarla ve Avarlarla olan birlikteliği de savundu, hatta Türk dillerini
de Macar dilinin akrabalık sınırları içine kattı. Görüşüne göre, Fin-Ugor halkları tarihin akışı
32 Muhafız yazarlar: Habsburg İmparatoriçesi Mária Terézia (1740-1780) tarafından 1760 yılında Viyana’da
oluşturulan Macar askeri birliği içinde yer alan Macar edebiyatçıları (György Bessenyei, Lőrincz Orczy, Sándor
Báróczi, Ábrahám Barcsay vb.) (ç.n.).
33 Ábrahám Barcsay’ın “Kedvezzenek mások a Múzsának...” başlıklı şiiri (ç.n.).
esnasında Çin sınır bölgelerinden batıya doğru göç ederken kollara ayrılan ve lehçelerine bakarak
da birbirinden ayırt edilen Hunlar ve Avarlar gibi aynı kökene sahip bir halktır.
Dugonics, ilk defa 1788’de yayımlanan biraz detaysız ve karmaşık, ancak buna karşın çağının
en çok satanı haline gelen romanında (Etelka) Hunları ve Macarları Fin-Ugor halkları ile
kaynaştırdı. Árpád çağının kadın kahramanının sevgilisi olan Prens Etele, Karelya’dan34
, yani bir
kısmı 13. yüzyılda “lápos” bölgelerine göç eden, Atilla’nın atalarının, Hun-Macarların ikamet
ettiği Fin ülkesinin doğu bölgesinden neşet eder. Onlar sonradan Lap ismini aldılar. Etelka
Karjelben (1794) başlıklı “melankolik tarihi” ve Jólánka, Etelkának leánya (1803) başlıklı yeni
romanını da benzer bir içerikle hazırladı.
Hun-Macar aynılığı tezini sorgulayan karşılaştırmalı dil bilimsel görüşler eğitimli elit tabaka
çevresinde ses getirdi ve birçok kişi Macarlığın kökeni ile bağlantılı bilgilerini yeniden
düşünmeye başladı. Buna rağmen gelecek kuşakların tarih bilgisini şekillendiren okul
müfredatına bu bilgi şimdilik sokulmamıştı. Bazı cümleleri kısaltarak ve soru-cevap şeklinde
değiştirmeden Orta Çağ kronik geleneğinin Bonfini tarafından tamamlanan hikâyesini gençlere
aktaran, yalnızca farklı sınıfların temel kitabı olmakla kalmayıp, aynı zamanda sözde gramer
bilgisi de veren, bu yüzden yüksekokullarda da kullanılan István Hányoki Losontzi’nin Hármas
Kis Tükör isimli Macarca okul kitabının 1771-1849 arasında bilinen yaklaşık yetmiş baskısı
yapılmıştı:
S[oru]. Macarlar kimlerden neşet ettiler?
C[evap]. İskitlerden, bunlar da Yafet’in oğlu Mágog’dan.
S. Eskiden nerede yaşarlardı?
C. Asya’nın doğusunda.
S. Kaç sefer Macaristan’a geldiler?
C. Üç sefer. Birinci sefer Hunnus’lar, İkinci sefer Aváres’ler ve Üçüncü sefer Hungarus’lar
veya Macarlar adları altında.
(Hányoki Losontzi, 1942, 91).
Sajnovics’in eserinin yayımlanmasından yaklaşık otuz yıl sonra, 1799’da Fin-Ugor dillerinin
akrabalığı üzerine yeni, büyük öneme sahip bir dil bilim eseri ortaya çıktı. Editörü Nagyenyed
Koleji’nin maceraperest öğrencisi, doktor, dergi editörü, suflör ve özel eğitmen olan
Otrokocsi’nin ve diğerlerinin izinde ilerleyerek İbranice ve Arapça ile birlikte ilk başta kendisi de
Macarcayı “doğu dilleri” grubuna sokan ve 1790’lı yılların ortasında yayılmakta olan Fin-Ugor
akrabalığı tezini reddeden bir yazı kaleme alan Sámuel Gyarmathi idi. Reddi sonunda bir savunma
yazısı oldu. Görüşleri ve karşı görüşleri değerlendirerek Gyarmathi, sadece kendinin değil,
Sajnovics’in ve kişisel olarak tanıdığı Göttingen’li bilim insanı Schlözer’in de haklı olduğunu
gördü. Affinitas linguae Hungaricae cum linguis fennicae origines grammatice demonstrata
isimli, çığır açıcı niteliğe sahip eseri üç bölümden oluşur. İlk bölümde Macar-Lap-Fin, ikinci
bölümde Macar-Est dil akrabalığını isim çekimi, fiil çekimi, karşılaştırmalı sıfatlar, sayı isimleri,
adıllar, cümle yapılarının benzerlikleri, yani kelime uyumu temelinde kanıtladı. Eserin üçüncü
bölümünde Macar ve diğer Fin-Ugor dillerinin ortak benzerliklerini ortaya çıkardı, eklerde ise
Macar dilinin Slav öğelerini ve Macar-Türk dil uyumlarını dikkate aldı. Son bölümde yer alanlar
[Macar-Slav-Türk] hakkında iki dil arasında sadece bir akrabalık bulunmadığını, aynı zamanda
daha sonradan bağlantılar da kurulduğu kanaatindeydi. Her şeyi bir araya getirerek birçok selefine
benzer şekilde kendisi de Macar diline Vogul ve Ostyak dillerinin daha yakın durduğu görüşüne
vardı.
Gyarmathi’nin yazısı Sajnovics’in zamanındaki gibi bir etki oluşturmadı. Çağın belki de en
büyük dil bilimcisi olan Miklós Révai, Fin-Ugor akrabalığı tezini ve Fin-Ugor halklarının “en
yakın Akraba Halklar” arasında sıralanmasını kabul etti. Aynı zamanda İbrani, Keldani, Süryani
ve Arap dilleriyle olan akrabalığın da sadece uzaktan olduğunu düşündü. 1805’de yayımlanan A
34 Karelya: Finlandiya, İsveç ve Rusya için tarihi öneme sahip Kuzey Avrupa’da yer alan bölge. Bölgede bugün
Karelya Cumhuriyeti bulunmaktadır (ç.n.).
Magyar Deáki Történet isimli eserinde bu “uzaktan olan Akrabalık o kadar gerçek ve o kadar
görünürdür ki onu sadece bilgi sahibi olmayanlar inkâr edebilir” – diye yazdı. “Her ikisinin bir
zamanlar ki yaşamlarının, ahlak değerlerinin ve görünüşlerinin benzerliğinin kanıtladığını –
düşündüğü – ortak kökenin yanı sıra Hunlarla olan akrabalığı da ortaya koydu (Révai, 1912, 25-
35). Macaristan’da Aydınlanma Çağı’nın belki de en yetenekli tarihçisi olan János Keresztély
Engel de benzer şekilde düşünüyordu. 1813-14’de Almanca yayımlanan Macar tarihi
derlemesinde (Geschichte des Ungarischen Reichs) Révai’ye başvurarak Macar dilinin
İbraniceyle, doğu dilleriyle ve Finceyle olan benzerliklerine aynı şekilde atıfta bulundu, ancak
akrabalık hakkında doğrudan konuşabilmek için onları yeteri kadar birbirine yakın görmedi.
Sadece “Macarların kadim Asya’nın balıkçı ve avcı bir halkı” olduğunu bilmenin kesin şekilde
mümkün olduğunu yazdı (Engel, 1815, 51-53). Buna karşın on yedi-on sekiz yaşındaki Reformist
öğrenciler için Macar tarihini ilk defa 1805 yılında derleyen ve daha sonra birçok kez yayımlanan
ders kitabında Ézsaiás Budai, çalışmasını “Hunnus’ların” ve “Avarların tarihi” ile başlattı ve
“Sajnovics’in Laponların Macarlarla olan Akrabalığını yeteri kadar esaslı şekilde ortaya
koymadığını” düşündü (Buday, 1833, I/40). Magyar Századok isimli eseri 19. yüzyılın ilk iki
çeyreğinin en rağbet gören ve birçok kez de yayımlanan Macar tarihi derlemesi olan Benedek
Virág, Fin-Ugor akrabalığı düşüncesini aynı şekilde kabul etmedi. “Her ne olursa olsun – diye
yazdı – bugüne kadar hiç kimse Macarların Atilla’nın bakiyelerinden olmadığını kesin şekilde
ortaya koyamadı” (Virág, 1816, 5). Engel’e benzer şekilde on ciltlik Macar tarihini Almanca
yazan Aurél Ignác Fessler, tamamen kendi – güvenilir maddelerinde bugüne kadar etkili olan –
görüşüyle öne çıktı. Ona göre, bundan yüzyıllarca önce Türk kavimleri arasında yer alan
Macarlar, İndus vadisinde yaşıyorlardı ve oradan ayrılarak göçleri esnasında – Ural Dağları’nın
güney kısmında bir yerde – yüzden fazla kelime aldıkları, hatta topluluklarını birer birer kendi
içlerinde erittikleri Fin-Ugor halkları ile karşılaştılar. Fin-Ugor halklarının nitelikleriyle ve
kültürleriyle kadim karakteristik yapılarından, düşünce şekillerinden ve kültürlerinden genel
itibariyle uyuşmayan öğeleri hemen kaybetmediler. Bu yüzden Macarların en yakın akrabaları
sadece Finler veya Obi Ugorlar değil, aynı zamanda Hazarlar, Bulgarlar, Hunlar, Ogurlar,
Peçenekler, Uzlar veya Kumanlardır.
Bütün bunların sonucunda acaba Reform Çağı’nın şairi ve yazarı da – politik eğilimlerinden
bağımsız olarak – istisnasız şekilde Orta Çağ kronik geleneği karakterinde ve doğmakta olan
karşılaştırmalı dil biliminin sonuçlarını temel alarak Macarların kökeni ile ilgilenmiş midir?
Macar halkının “atası” olan “büyük Atilla”nın kahraman olarak sık görüldüğü Berzsenyi’nin
şiirlerini düşünelim. Vörösmarty’in çığır açan destanını Zalán – Anonymus’da “Salán” – futása
(1825) veya yazdığı şiirlerini “szittya gyermekekről” (1821) ve “Csaba szereleméről” (1824).
“Árpád’ın yiğit soyları”nın, Bendegüz’ün neşet edişinin anlatıldığı Kölcsey’in Himnusz’unu veya
Atilla’nın “Macar milletinin saygıdeğer kadim atası” olarak kabul edildiği Petőfi’nin Lehel vezér
başlıklı şiirini. Kazinczy gerçi “balık yağı kokulu akrabalığı” kabul etmeye meyil etti, ancak “yeni
tarih, kendimizi Atilla’nın bakiyeleri olarak ifade edebilme mutluluğundan bizi mahrum etmeye
başladı” diyerek üzüntü de duydu (Kazinczy, [1808]1916, 148).
Peşte Üniversitesi’nde Macar dili ve edebiyatı öğrettiği gibi belge ve arma bilimi dersi de
veren, kadim tarih teorisinde kendi çağının ölçüleriyle dahi aşırı derecede amatör ve romantik
milli bir onura sahip olan István Horvát, Macarlığın en eski tarihinin fantastik şekilde
renklendirilmesi konusunda tasavvur edilebilen bütün ölçütlerin ötesine geçti. Horvát’a göre ilk
başta dünyada aralarına Palóc’ların, Yas’ların ve “at kafalıların”35 yanı sıra Macarların da dâhil
olduğu İskitler oturuyordu. İskitler başlangıçta Numidiya’da36 ve Habeşistan’da37 yaşadılar ve
krallarını “kurganlara”, sonradan piramitlere gömdüler. Daha sonra bütün dünyaya dağıldılar.
Atlantik Okyanusu kıyısında Cadiz’i38 kurdular, fakat Arabistan’a, Pers diyarına ve Ermenistan’a
35 At kafalılar: Sekeller, eskiden sürekli at üzerinde hizmet gördüklerinden bu şekilde adlandırılıyorlardı. Ayrıca bu
terim halk dilinde de kullanılmaktadır (ç.n.).
36 Numidiya: Antik Çağ’da günümüzdeki Cezayir’in yerinde bulunan Berberi Krallığı (ç.n.).
37 Habeşistan: Etiyopya’nın eski adı (ç.n.).
38 Cadiz: İspanya’nın güneybatısında bulunan bir liman şehri (ç.n.).
da ulaştılar. Kral Davud, Herodot ve Aziz Paul gibi Partlar da Macardı ve Homeros’un Yas’lar39
arasında dolaşarak yazdığı İlyada da elbette ki Macarları konu alıyordu. İon Denizi, Yas
Denizi’nden başka bir şey değildir, Ege Denizi ise Atkafalı Denizi’dir. Ilium, Ilusvár; Babil, yani
Babilon ise Bábolna anlamını taşımaktadır. Mısırdaki mumyaların üzerindeki sargıların yazılarını
Sekel oyma yazısı temelinde açıklamak mümkündür ve Macar dili kökenini elbette ki İbraniceden
almadığı gibi tam çevirisi ile: “Macarlık bizim vasıtamızla Sidó40 diline girmiştir” (Horvát, 1825,
18-19).
Horvát’ın bu ve başka birkaç eserini, Reform Çağı’nın romantik şairinin hayal gücünün de
ötesinde tarihi gerçeklikten bu ölçüde bir sapma karakterize etti. İlk başta onunla bağlantı kuran
Vörösmarty, daha sonra bu sebepten ondan ayrıldı, Kölcsey onu kınadı, edebiyatın yanı sıra tarih
yazımıyla da meşgul olan József Bajza ise onu ciddi şekilde eleştirdi. Yurt sevgisi – yaşı geçkin
meslektaşının bugüne kadar geçerliliğini koruyan bir ilkeyle dikkatini çektiği şekilde – geçmişin
açığa çıkarılması için yeterli değildir: “Kendi karmakarışık tasvirlerimizin meydana getirdiği
cismani olmayan sahte tanrılar, bilim dünyasında donuk bir düşünceye ve karar verme sürecine
hâkim olmaya başladılar”. Tarihi “düşlerle, hayal gücünün ürünü olan mitlerle boğmak büyük bir
kazanç sağlamaz” (Bajza, 1863, V/181). Çağındaki eleştirilere rağmen Macar kadim tarihinin
bilimsel görüşleriyle yetinmeyenler Horvát’ın hayal gücünü bugüne kadar resmi görüş olarak
kabul ettiler (Eseri, 2001’de tıpkıbasım şeklinde A magyar múlt eltitkolt évezredei isimli serinin
III. cildi olarak yeniden basıldı).
Varsayıma göre eski belgelerden 16. yüzyılın başında derlenen ve bir örneği 1695’te hazırlanıp
1796’da Csíksomlyó’da ortaya çıkan csíki székely krónika da bugüne kadar hatırı sayılır şekilde
büyük bir başarı elde etti. Kroniğe göre, Atilla’nın imparatorluğunun çöküşünden sonra Sekeller,
Erdel’de yeni bir yurt bulmuşlardır. Merkezleri Sekellerin hindistancevizinden yapılmış gümüş
kakmalı kurban kadehini muhafaza eden, Sekellerin dini ve idari yetkilerle donatılmış reisinin,
főrabonbán’ın oturduğu ve inşa ettirenin isminden dolayı Buda olan Székelyudvarhely’in
yanındaki Budvár oldu. Karpatlar Havzası’na gelen yurt tutan Macarları, yeni yurt arayanlara
Árpád’ın da üzerine yemin ettiği Sekellerin taşa kazınmış temel yasalarını teslim eden Zandirhám
adındaki főrabonbán kabul etmişti. Belgenin güvenilirliği bilim dünyasında başlangıçtan beri
kuşkuyla karşılanmış olsa da büyük çoğunluk ve entelektüel elit kesimin bir kısmı heyecana
kapıldı. İlk önce el yazısı şeklinde, daha sonra 1818’den itibaren basılı şekilde de yayıldı. Latin
dilindeki metnin tarih hataları ve içindeki tezatlıklar temelinde sahte olduğunu önce 1883’te Géza
Nagy, ardından ondan daha ikna edici şekilde 1905’te Lajos Szádeczky-Kardoss ortaya çıkardı.
Sekellerin kökeniyle ve tarihi ile bağlantılı mitolojik teoriler, bundan başka nihai amaçlarla ve
maddi yarar ümidiyle bir araya getirilen belgelere bugüne kadar güvenilir kaynaklar olarak
başvuruldu (Sándor, 2011, 376-378).
Reform Çağı’nda Macar dilinin akrabalık ilişkileri ve Macar halkının kökeni etrafında
oluşturulmuş tartışmayı genç bir avukat olan Antal Reguly çıkmaza girmekten kurtardı. Bilinçli
bir şekilde “Doğudaki Macarları” aramak amacıyla Asya’ya doğru yola çıkan Kőrösi Sándor
Csoma’dan ve diğer çağdaşlarından farklı bir şekilde Reguly’nin kaderi Macar kadim tarihi ile
ilginç bir şekilde çakıştı. Almanya’daki eğitim yolculuğundan gelmiş bir turist olarak tesadüfen
Stockholm’de sürgün edilmiş Finli bir kütüphaneci ile tanıştı. Finli bilge ile sürdürdüğü
konuşmaların etkisiyle bundan sonraki yaşamını halkının dil akrabalarını araştırmaya adamaya
karar verdi. Bu amaçla 1839’da Fin ve Lap dilini öğrendiği ve Fin halk şiirinin yaratımlarını bir
araya topladığı ve çok geçmeden yayımlanan Kalevala’nın çevirisine başladığı Finlandiya’ya
gitti. 1841’de Rusça öğrendiği Saint Petervar’a taşındı ve Ural bölgesinin edebiyatını inceledi,
sonra 1825-27’de kurulan Macar Bilim Derneği’nin desteğiyle 1843 ve 1846 arasında Sibirya’nın
batı bölgelerini ziyaret etti. İki halkın dilini, dini adetlerini ve halk şiirini öğrendiği Vogullar ve
Ostyaklar arasında yaklaşık bir buçuk yıl geçirdi. Daha sonra Volga civarında yaşayan halklar –
39 Yas’lar: Oset-Alan kökenli ve Árpád zamanında Macaristan’da Zagyva civarına yerleşmiş bir halk (ç.n.).
40 Sido: İbranice (ç.n.).
Mordvinler, Çeremişler, Udmortlar, Başkırlar ve Çuvaşlar – arasında da bulundu. Az çok onunla
çağdaş olan Ural (Fin-Ugor ve Samoyed) halklarının kadim yurdunu bugünkü Moğolistan’ın
kuzeybatı kısmında, Altay ve Sayan dağları civarında bulduğunu düşünen Finli Castrén M.
Alexander, 1841 ve 1849’da Ural Dağları’nın iki tarafında yaşayan Fin-Ugor ve Samoyed halkları
arasında araştırma yapmıştı. Castrén’in görüşünü kabul eden Reguly, hasta bir şekilde, lakin
çantasında eşsiz zengin dil ve coğrafya malzemesi ile 1848’de yurduna döndü. Hastalığı ve
1858’de vuku bulan ölümü topladıklarının gözden geçirilmesini engelledi. Bu işi nihai şekilde
avukatlıktan dil bilimci – 1851’den itibaren Akademi’nin baş kütüphanecisi – olan başka bir kişi,
Pál Hunfalvy gerçekleştirdi. Sadece dilsel değil, aynı zamanda coğrafi ve etnik materyali de içeren
çalışması (A vogul föld és nép) 1864’de yayımlandı. Hunfalvy, burada “Macar dilinin Altay dil
ailesine, bunun da Ugor dil grubuna ait olduğunu, Fin ve Türk dil gruplarının arasında bir yer
işgal ettiğini” ve “Vogul ve Ostyak dillerine daha yakın durduğunu” ikna edici delillerle ortaya
koydu. Bu eserden ve farklı Bizans, Batı Avrupa ve Macar yazılı kaynaklarının bir araya
getirilmesinden – Castrén’in teorisi karşısında – “Macar halkının kadim yurdunu, üstelik Hazar
halkıyla da bağlantılı olan bir yerde aramak gerekir. Bu kadim yurt aşağı İrtiş ve Tobol
sahalarındadır ki, orayı Macar kronikleri de belirtmektedir” şeklinde bir sonuca vardı. Atalarımız
buradan, yani Uralların öte tarafından güneybatıya göç ettiler, uzun bir zaman Başkırdistan’da ve
Levedia’da41, sonra en son Etelköz’de42 ikamet ettiler. Hunlarla ve Avarlarla akrabalık
aşamasında kaldık, tek bir halkın dilini dahi bilmediğimizden dil bilimsel temelde – okuyucuyu
biliçlendirdi – karar vermek mümkün değildir. Macar kronik edebiyatının Hun-Macar geleneği
konusunda her şeye rağmen “tarihi açıdan güvenilir hale dönüşmesinin hiçbir surette imkân ve
ihtimali yoktur” (Hunfalvy, 1864, 352-354).
Hunfalvy’nin eserinden daha sonradan müsamalı tutum yok oldu. Macaristan halklarıyla ilgili,
1876’da derlediği monografisinde kadim tarih açıklamalarını da genişletti, karşı görüşleri sabır
göstermeyen bir ses tonu ile “etnografyada dilin tanıklığı güvenilir ışık veren tek kılavuzdur” ve
“Milletlerin kökeni söz konusu dillerin kökeni ile aynıdır” şeklinde yanıtladı. “Macar milletinin
aslen Finlerden, Ugorlarla birlikte değişime uğramış olan Fin-Ugor topluluğundan neşet etmesi
ve Ugorluğun en güney mülkünde çoğunlukla balıkçı-avcı bir halk şeklinde devam eden
şekillenmesi” Macar dilinin karakteristik özelliklerinin hep birlikte tanığıdır. Ugor kadim yurdu
bu yolla Ural Dağları’nın iki tarafına, “batıda Pecsóra, Kama ve Orta Volga, doğuda Obi, Aşağı
İrtiş ve Jajk (Ural ırmağı) çevrelerine” yerleşti. Yüzyıllar boyunca süren Fin-Ugor ve bunu
takiben Ugor birlikteliği esnasında “onun ruhu olan ve her şeyi gelecek zamana kalan milletin ve
dilin tek vücut haline gelişi şekillendi”. Bu halde daha sonraki etkiler, Türk ve “Sloven”, yani
Slav etkileri bu duruma oranla önemsizdir: “Dilin yapısı genel itibariyle fiillerde ruh buldu,
değişmeden kaldı”. Mitler dünyasına atıfta bulunan Orta Çağ kronik geleneği ile de yakından
ilgilendi. Örneğin – adapte edilen – Hun kökeni teorisi “yabancı ülkelerden”, yani Batı
kroniklerinden Macar kroniklerine girmiştir; “öyleyse tarihi temelden yoksun olduğuna, masaldan
başka bir şey olmadığına emin olalım”. Macarlarla aynı dile sahip olduğu şüpheye yer
bırakmayacak şekilde kanıtlanmış olan “Sekellerin Hun kökeni de masaldan başka bir şey
değildir”. Nitekim aynı toplumsal ve kültürel etkilerin Macarlar gibi onları da etkilediği görülür.
“Sekel, kökeni ne olursa olsun farklı bir halk olmadığı gibi sınır muhafızıdır da” ve Erdel’e ancak
Aziz László’nun43 hükümdarlığı zamanında veya sonrasında yerleşmiştir (Hunfalvy, 1876, 222-
302).
Sajnovics tarafından başlatılan, sonra Gyarmathi, Reguly ve Hunfalvy tarafından sürdürülen
çalışmayı József Budenz sonuçlandırdı. József Budenz, Marb
Yorumlar
Yorum Gönder